eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

Eskişehir'de, zamanın hafızasını yitirdiği bir dost evindeyim. nasılım? kötü. yine mi? evet. aslında değilim de... elimde olmayan nedenler yüzünden... iyi de değilim. bana göre bir şey değil zaten iyi olmak, doğama aykırı. neyse. anlatiyim. yine bunu neden yaptığımı hiç bilmeden... güzel başladı önce herşey. bursa-eskişehir karayolu çabucak geçti, anadolu üniversitesi sınırları içersinde alkol ayrıcalığı, güneşin cömert avuçları ama akşam çökünce kuyruk titreten soğuğuyla denge bozumundan sonra öz zen'in şirinötesi evi... yani evet güzel başladı herşey. olması gerektiği gibi. geyik-yemek derken uyku çöktü bünyeye. peki. uyumaya teşebbüs. yani uyuyamadık ve daha bir sürü şey işte... sana her şeyi anlatamam dimi blog?

diyceğim; hayat garip, insanlar da. anlamaya çalışmıyorum. böyle de bir dinginlik hali. ama kabullenmek başka bir şey. kabullenemediğin çok şey vardır ve bunlar kafanda dolanıp durdukça, beyin lobundan alyuvarlarına döküldükçe, sinir sistemindeki kıpraşmalar zig-zag halinden düz bir çizgiye dönüştükçe, hiçbir kalp masajı, suni solunum ya da yaşam destek ünitesi etki etmiyor işte. insanların karakter analizini yapmaya çalışmak değil niyetim; birilerini değiştirmek istemek, ya da neden böyle olduklarını sorgulamak da... sadece tek bir şey istiyorum. denge! bi öyle bi böyle, olduğundan farklı yüzler, maskeler düştüğünde açığa çıkanlar ya da konulduğu kabın şeklini alan değişken suretler beni -hala- şaşırtıyor ve en dayanılmazı, en alışılmazı da bu işte. en kabullenilmezi. çünkü belli bir kefeye koyarsın mesela bi insanı, sende belli bi rengi vardır ve ona göre bi imaj çizmişsindir kafanda ve ona göre davranırsın di mi? yok! ille kefe(n)in biri ağır basacak, ille üzerindeki yükler yere düşecek, ille bozulacak o denge... ille de bir illet!

neyse... "bu da geçer" avuntusu işte yine, hayatın ya da insanların ağırlıkları bir tutmak gibi bi derdi yok ki...

ertesi gün eksi(-)şehir(renkler kararınca isimler de değişirmiş bak) turu... porsuk-adalar-hera-güneş...






güzeldi'li geçmiş zamanlar...


yine de gülmek... buruk olsa da güneşin gölge oyunları...



keşke daha farklı olsaydı'nın yara izleri...

dost sıcaklığı sonra...


öz zen'in o hep gülen yüzüyle,



insanı metaforlarla dolu bi filmde hissettiren



bıcır bıcır sesiyle "iyi" olmaya çalışmak...


boş vermek... mış gibi yapmak...


veee... eskişehir hatırası mor şapka.


günün teselli ödülü. nası durdu? oldu oldu.

valla bak tam süp-per oldu. hadi çekiyorum. çeeek-timm!
cheesee!

ve bir ben iştee... deşifrenin de böylesi. bi fotoceniklik bi şımarıklık...
olsun o kadar di' mi? oldu bile!...
yüzüm çok parlamış benim, gülmüşüm, kendime benzemişim en çok ama bir benmişim işte yanıma kalan, sular, köprüler geçmiş üstümden, "göğe bakma durağı"nda kalakalmışım. donmuşum orda. eksikşehir'de yarım kalmışım. kendime bile yetememişim ama yine de... yine de gülmüşüm işte, dalımdan kırılmış, kendime b'atmışım...
yine de güzel işte bişiyler ucundan kıyısından. başka bi şehrin atmosferinde bahara yakalanmak, arka bahçe kahvaltısında göz kaçırmak umuttan, yeşile kanmak güzel.
"sen güneş kokuyosuun!!" diyen arkadaş günün en güzel sürprizi. bi tek işte, bu şehirde hiç serçe yok. o bi tuhaf. napalım. olduğu kadar.
(uzaklardan edit)sen bir şahinsin ben garip serçe
attın kalbime demirden pençe

gün dönücek yarın. gün dönümü. bahar tekrar gelicek.ezgişehir olucek belki burası. ben saçımda çiçeklerle olucam, ki nisanda bahar gelsin bi kar tanesiyle. bir sürü renk giymeye söz verdim, üstelik tam da "dutch vitrini işte, bahar geliyo adamlar renk olarak griyi seçmiş" şikayetimin üstüne.
gün dönse yarın. tam dönse böyle topuküstü 180.bahar gelirken bizim şarkımızı da getirsin.bi de ben etrafta gül goncası ariycam. yoktur ki.çaputaçaputaçaputaçat.çaput. gün dönsün diye. gün çaputu.
ama hepsinden öte ciğerimin sınırlarını keşfedecek bir çığlık atmak, şunca zamanki bütün nefes verişlerime rağmen hala çıkamayıp orda kalan en ufak karbondioksit kırıntısını bile dışarı atmak, yeni doğmuş da ciğer açıyomuş gibi sıfırdan başlamak nefese...evet çok istiyorum.yepyeni bi akciğerlerle sıfırdan nefes.müthiş olurdu.
o kadar kızgınım ki kime olduğunun hiçbi önemi kalmadı. konuyu dahi hatırlamayabilirim- halbuki hatırlıyorum. bi tek salak yerine konunca bu kadar kızarım sanmıştım... demek ki kendimi bilmiyomuşum, başka şeyler de varmış. ya da ikisi de aynı şey miymiş? yok ben çözdüm... doğru.. (a-ha!! efekti) hayatın bi evresinde bi kez daha kurmuştum bu cümleyi.. gerçi context farklıydı şeker ama text aynıydı n'apalım..."okulda yaptığı, panoya asılacak kadar güzel bulunan resmini büyük bi heyecanla evde velisine gösteren ama cevaben sadece bi 'hı hı' ya da 'yemek hazırlıyorum' ya da daha da fenası 'ay ortalık boya olucak kaldır şunu' alan ilkokul çocuu" hali. ruh hali.daha çok kırgınlık sanki? kızmak değil kırılmak değil... nasıl desem, aslında ikisi birden.pıt pıt pıt yere bi şi düştü kalbimden.pıtpıt pıtı pıt... derken..... PAAAAT!!!kıssadan hisse: kelimeleri havaya bırakıyoruz ya... orda kalmıyolar.

anlamaktan da anlatmaktan da vazgeçtim ben.bi anda oldu. elimde kıymalı makarna varken, bi anda, 21. yy teknolojilerini kutsayacak bi şekilde >puf!<>
ama yine de en kötüsü henüz olmadı.

tam bitti işte derken, daha ne olabilir ki derken, evet işte zurnada delik kalmadı rahatlığına düşeduruyorken,
infilak gibi gelmesi ardarda heryerden, herşeyden, daha kötünün...
nafile direnci, grogi bir boksörü pataklar gibi, küçük düşürücü vuruşlarla yok edip...
mutlak bir edilgenlikle izlenilen ancak, kanıksamayı kanırtan ve delen bir matkapla şakağından,biliyorsun artık, bilmenin ürkünç palyaçosundan gelen kahkahaya donuk gözler ile bakarken,
yanacak canının kalmadığını...












2 üvercinka:

ben de istiyorum, denge! ki bul(a)mayacağımı bildiğim halde istiyorum...

Bu yorum yazar tarafından silindi.