eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

" bir sürü alan ve ova bir sürü ağaçaltı ve orman

ölmemeye bir sürü bahane.."


"Hadi anlat deseler anlatamam
Bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi
Yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi
Nedir ben bilemem ki
Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri
En yakın yeri
En uzak yeri
Bitmeyen yeri
Bitecek yeri
Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın
Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.."


Ben şimdi güneşin batmak üzere olduğu bir yerden yazıyorum sana dostum, yani kalbimden.
Sen bu satır'ları okurken, ben başka bıçaklarla deşiyor olacağım içimi düşümü, başka bir dilde jiletliyor olacağım göğsümün uçurtma bilmez göğünü..


Zaman içimizde çıbanlar bırakarak geçiyor, siğiller, içi irin dolu sağaltılmamış yaralar, içimizde uçuk sancıları lisanımızda hiç betimlenmemiş bir öykünün dilini acıtıp  duruyor. Hala hep ve yine, "ne yapsan olmuyor," ölünmüyor, yaşanmıyor, dirilinmiyor ve gömülünmüyor. Ölünmüyor! Kalınmıyor!


Sanırım bunlar yaşamımın yaşanamayan yaşları desem; bir zat çıkıp der ki yaşam'a dair:


"yaşam hep, birlikte yapılabilceklerin hayallerinin, yalnız kalmalarının kıyılarında parçalanışının sürecidir-bazı kişiler için böyledir bu, en azından; belki de sen de onlardan birisin...
yaşam, hep, birliktelik umutları -vermeyecek- umduracak sana -sonra, onları alacak, yalnızlık kuyusuna atıp, boğacak. -o kuyudan nasıl çıkabilirsin- ya da, orada yaşamayı nasıl öğrenebilirsin-
-allah bilir!..."



Yaşam kimbilir daha nasıl dersler verip sınayacak bizi, kimbilir daha nasıl notlar alıp haketmediğimiz öğretmenlerin farketmediğimiz çelmelerine takılacağız, ve daha kimbilir kaç kez kağıdı boş verip çıkmak isteyeceğiz sınıftan. hani "karnemde sevinç bir, aşk iki" iğretilemelerine bel bağladığımız günlerdeki gibi göğüskafesimizdeki sevinç kırıntılarını kuşlar toplayacaksa yine; "aritmetik iyi kuşlar pekiyi" günlerin umudu nereye konduracak kendini, hangi cami avlusuna bırakacağız sonra o kuşları, hiç bilmiyorum.


Bildiğim, biz burada böyle ayrı telgrafın ayrı tellerine konmuş kuşlar gibi hep baharın gelmesini bekleyeceğiz, sıcak iklimlere göç edelim diye diye kendi iklimimizi bulamadan kanat çırpıp duracağız o bizim sandığımız gökyüzüne, kendimize kafesler arayıp duracağız sonra,- sonra hep özgürlüğe kanat çırp, -sonra hep yeni kafesler..
"-insan sevdiğine canım böyle mi yanar?"


Ve biz hala yaşamın, bu yangın yerinin ortasında nasıl durulur bilmiyoruz, içinden geçtiğimiz alev çemberleri eteklerimizi tutuşturuyor hep, sevgili alevarkadaşım. Farkında değil misin bize hiç farkettirmeden küçük küçük kıvılcımlarla yakıyorlar bizi, "zaten bizi sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar" ve görmüyor musun bizim kendimize yanacak bir yangınyerimiz bile yok, anlıyor musun, biz bize biçilen bir alev çemberinin ortasında kalakaldık, ne tümden yanıp kül olabiliyoruz, ne de kaçıp kurtulabiliyoruz; "yangın kavmindeniz, ne giysek alev!"


Ah hayat, bizden kaçırdığın ellerini hangi ceplerinde saklıyorsun? Biz bu hep yanlış bir trene binmişlik duygusuyla nasıl başedeceğiz bilmiyorum, doğru duraklarda inmek bir yana hep ama hep bilinmeyene giden o treni neresinden durdurup müs'ait bir yerde ineceğiz, dünya ne zaman bizim inmek istemediğimiz bir yer olacak, pencereden geçip giden evler, insanlar, ağaçlar, dağlar, ömürler ne zaman içinde yaşamak istediğimiz bir yer olacak -hiç- bilmiyorum. Biz o trende tutsak kaldık, tutkal kaldık, yapıştık ama yakışamadık, ilişemedik bir türlü doğru resmin doğru kenarına. Ve gerçek şu ki; tünelin ucunda ışık falan yok, bu dünya inatla ve ısrarla bizi kendi yalanına inanmamış çocukların suçüstü telaşına alet ediyor; tren doğru bir yerlerde duracak olsa bile biz kendimize yeni hüzünler icat ediyoruz, sonra sil baştan, sonra yeniden, sonra "-hadi yüreğim ha gayret, hele sıkı dur hele sabret.."


Diyeceğim o ki; şimdi biz böyle aynı coğrafyanın başka iklimlerinde ayaza çalmaktayken ayrı-gayrı; sen "gayret et güzelim"; sen yine de, gönül mevsiminin güneşinden kendini sakınma; hayret etmekten payımıza düşeni kuşlardan sakınma. Çünkü bütün bunlar dünyanın ve hayatın umrunda değil, çünkü biz burada böylece hayatın karşısında dimdik duracağız, çünkü biz burada böylece yıkılmadan kendi alevimizi yakacak bir köz elbette bulacağız, çünkü.. ha gayret!

http://www.fizy.org/#s/3w4eu3gayret et güzelim

Ömür eksildiğinde, hayat bulanıklaştığında, bakkallar veresiye öldüğümüzü anladığında, sular artık ıslatmadığında, içimiz sıkıldığında, başımız sıkıştığında, birini özlediğimizde biz hep üzerimize bombalar yağdıran şiirlere bakacağız: Yıkılma sakın!


Öyle ya; yaşamak bizim için dokunaklı bir şarkı olmadı ki hiç…


YIKILMA SAKIN!


Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.


Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?


Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?


Boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir


ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.


Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz


ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...


İsmet ÖZEL


"Gene gelir bahar.."