eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

MAVİ SAKAL'IN ODALARINI DOLAŞTIM. 40 ODA. RENGÂRENK HAZİNE ODALARI. HİÇ AĞLAMADIM. KİMSEYİ KURTARAMADIM. ÇOKTULAR. ÖYLE ÇOKTULAR Kİ, BEN SESİMİ BİLE ÇIKARAMADIM. 40 ODAYI DOLAŞ, YE, İÇ, EĞLEN, RUHUNU DOYUR, KENDİNE GEL, MUTLU OL, DEDİ BANA MAVİ SAKAL. SONRA 41. ODANIN ANAHTARINI VERDİ. AMA SAKIN AÇMA, DEDİ. 41. ODA NEDEN YASAK. EĞER YASAKSA NEDEN VERDİ ANAHTARI?
NEDEN ANAHTARLAR VERİP YALNIZ BIRAKIYORLAR BİZİ? NE YAPMAK İSTİYORLAR?

...

SORU YAĞMUR DOLUYSA, İNSANI ÖLDÜRÜR.


E.T.

ÖRGÜT SANRISI BİTTİ. BÖYLE SANRILAR, KÜSMÜŞ ÇOCUKLARDA SIK SIK NÜKSEDER. İNSANLARLA DENK DÜŞMEK BÜYÜLÜ VE BİR O KADAR KISA SÜRELİ RASTLANTILARDIR BİZİM İÇİN, BİR TÜRLÜ İNANAMAYIZ. HİÇ ÖRGÜT GÖRMEDİĞİMİZ İÇİN DE, BÖYLE BİR AD TAKABİLİRİZ DENK DÜŞMELERE. OYSA HEPİMİZ, CASUS GİBİ YAŞARIZ, SAKLANARAK VE PAYLAŞILAMAYANIN YÜKÜYLE BİRBİRİMİZE DOKUNMALARIMIZ KORKAK KELEBEKLERDİR, DOKUNUNCA RENKLERİ YIKILAN. ÇÜNKÜ KÜSKÜN ÇOCUKLAR İNANAMAZLAR. Kİ İNANMAMAK, KÜSMÜŞ BİR ÇOCUĞUN EN BÜYÜK KAN KAYBIDIR.


E.T.

Nasıl sevmeli?


>Yaşar Kemal, Tilda ve bütün "sıra arkadaşları" için...

"Biz namuslu yaşadık Tilda. İyi insanlar olduk." Bu, en uzun cümlesidir Türkçe'nin.

Yaşar Kemal'in ölen eşi Tilda'nın mezarı başında söylediği.

En uzun romandan daha uzun, en ağırından daha taş.


* * *


İnsan, hayatın o kadar da kısa olmadığını anladığı zaman büyüyor galiba. Yaşayan için bitmeyecek bir şeydir çünkü hayat; ancak, ölmekte olan için kısa. Düştüğün yerde kalınmaz çünkü, vurulduğun yerde bitilmez. Uzar, genleşir hatta delinip derinleşir zaman. Birikirsin. İnsan en çok bunu anladığında yalnızdır. Birikeceğini, hayatın ölüme kadar bitmeyeceğini anladığı an. Aslında gerçekten tam o anda birini arar insan. İnsanlığın ucuz cehenneminde bir başına olmamak için. Olup bitenler hakkında hiç değilse konuşmak için. Bir şey görünce dönüp "gördün mü?" demek için. O yüzden işte...


"Tilda benim arkadaşımdı. Dostumdu. Kardeşim, kardeşten de öte bir şeyimdi. Edebiyat konuşurduk, siyaset, felsefe. Biz 50 yılı böyle geçirdik. Konuşarak."


O yüzden işte, önceki gece "Bir Yudum İnsan" programında Nebil Özgentürk'e böyle söylüyordu Yaşar Kemal. İnsanlığın ucuz cehenneminde bir arkadaşın gerektiğini anlatıyordu. Aşık olduğu kadını kaybetmiş gibi değil de, beraber yaramazlık yapıp, konuşup, beraber "durduğu", her şeyini bildiği, her şeyini bilen arkadaşını kaybetmiş bir çocuk gibiydi. Kocaman karınlı, kocaman sesli ama küstükçe ufalanan bir çocuk gibi. Zira, "evlilik" uygarlığın uydurduğu bir meseleydi ve esas olan hayat içinde yaşamak dediğimiz bütün o şeyler olup biterken, senin gördüğünü gören biriyle "sıra arkadaşı" olmaktı. Yoksa 50 yıl ne konuşur insan "karısıyla", "kocasıyla"? "Belediye başkanının verdiği yetkiyle" bir memur sizin beraber yatıp, üremenize izin verdi diye... Ama "sıra arkadaşı"...


Sıra arkadaşı insanın, önünde durmaz, arkasında da. Yanında durur. Böyle, yan yana durur işte. Siz yan yana dururken başınızdan olaylar geçer. Hayat denen sıkıcı dersi bir aralık kollarsın hep "gördü mü?" demek için.


* * *

Çünkü mesela hep eteği sarkar iktidarın.


"Gördün mü" deyip, iki kişilik gülersin.


Mesela sıra dayağına çeker sizi hayat. "Acıdı mı?" dersin. Acıyan yerlerini gösterirsin birbirine. Geçince ya da geçti sanınca, "gördün mü?" dersin. "Bak geçti".


Yokluklarda, yoksunluklarda yoklama yapacağı tutar hayatın. "Eksik" yazılmasın diye o, atarsın kendini ortaya. Yalanlar, masallar, hikayeler; oyalarsın zamanı. Ne yapar yapar "eksik" dedirtmezsin sıra arkadaşın için. Sonra bir aralık bulup yine:


"Gördün mü?" dersin, "iki kişi olunca nasıl idare ediyoruz birbirimizi".


Herkeslerden gizli, hınzır şeyler yaparsın birlikte. "Düşersin" diye çıkarmadıkları yükseklere çıkıp, "boğulursun" diye göndermedikleri dehlizlere dalarsın birlikte. Maceraların arasından parmaklarınız uçuşur güzel ve tuhaf şeyleri işaret etmek için:


"Gördün mü?" dersin, "Görecek daha çok şey buluyoruz iki kişiyken".


Gün gelir, bir rüya görünce bile "gördün mü?" dersin. Çünkü iki kişilik yıllanmış uykularda akıllar bile ılıyıp karışır birbirine.


Bazen başkalarına gönlü kayabilir bile insanın, başka "sıralara". Hayat uzun ya! Ama o başkalarına "gördün mü?" diyemeyeceğini anladığın anda... Sıraya dönüp yine:


"Gördün mü?" dersin, "Her şey bizim iki kişilik evrenimiz içinde olup bitiyor aslında. Olup bitiyor! İçinde!"


Ama sıra arkadaşı gidince... "Hayat sürüyor" diyorsun ha? Hadi ya?!

Ece Temelkuran

"var git ölüm" diyemiyorum.

var

git.

var

git var git ölüm var git!

Film: La Fille Sur Le Pont; Fransız yapımı Köprüdeki Kız

Şarkı: Marianne Faithfull- Who Will Take My Dreams Away


("kadın, tren istasyonunda bir tahta duvarın önünde ayakta durmaktadır. arkadan tren vagonları geçip gider sarsıntılarla.
bir bıçak sallarım, kolunun hemen yanına saplanır. sonra bir bıçak daha, karnının kıyısına düşer. bir bıçak boynunu sıyırıp geçer. bir bıçak, bir bıçak, bir bıçak daha!.. her bıçakta bir inleme yankılanır. inlemelerle dolu keskin bir sevişmenin şarkısıdır bu. bıçak kadar keskin, bıçak kadar ölümcül, bıçak kadar hızlı bir sevişme... bir şarkı nasıl olur da bir bıçağın sesiyle hayat bulur. işte aşk budur biraz da. bir ölüm heyecanıdır.")


B'eter kokladım bugün, bir nefeslik yeter.

ne diyorduk?

"ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım."


bu böyle..

On soruluk bir sınavda, yazacak tek bir kelimenin bile olmaması, her şey zıddıyla mümkündür üzerinden olmayana ergi yöntemi olarak da okunabilir.





Çok Woody bir Allen.