eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

birileri bir yerlerde bir takım gemileri karadan suya indiremiyormuş. zeytinyağı öneriyorum.

"iyi şeyler de olmadı değil,

aynı deryaya doğru bu seyir.."

Benzer şeylerden benzer tatlar aldığımız zamandı sanıyorum: herhangi bir zaman ihtilalinin herhangi bir saatinde, yalnızca bilmek zorunda olanların bildiği bir yolüstü lokantasında, henüz "herhangi" olmamış birilerinin suratındaki 'gizli gevrek gülümseme'nin devrik devrik takıldığı zamanlar yani. Tokuşturulan bira bardaklarının masaya vurulduğu ân'a denk gelen sıradan bir Comfortably Numb kafasının, birbirine yakınsayıp sonrasındaki birbirlerinin tümleyeni hâline gelen hadiselerin olduğu birkaç ankırmızı öncesi işte..

"ay göğsümün, ay göğsümün sol yarısı.."


Yakınlıklar.. Saçlarımda müsrif bir kabarma başladıktan hemen ertesi. Sanırım içmişim ve yıldızlara dokunuyorum. Parmakuçlarım neşter.. pır, eki, uç, dürt, baş.. Ellerim, ellerim ve parmaklarımdan belli olmuyorum bu kez, çünkü yıldızlara dokunuyorum ay yar, çok uzak, çok yakın diyorum, yak diyorum bütün gemileri yak.. yakmayacağım işte!
'Bu şehir bıçak,bu şehirdeki yokuşlar yokoluşlarımıza çıkıyor artık. Bizim çölümüz bir çift tabanca edinmeyi gerektiriyor, sen söylemiştin, eninde sonunda sökülecek bu şehrin şafakları; biliyorsun..' Bu şehir bıçak, diyorum, öyle kırgın kırgın bakma yüzüme Roza..
Yakınlıklar uzakları öğretir ya sonra, ân gelir dayın ölür, strung out bir gebeşi Marmara'nın karanlık sularına küfrederek uğurlamak istemenin hastalıklı kırgınlığı, dörtbindefalaciverttigözleri..

Dumandan birbirimizi görmüyoruz ben ve bitmekteki sigara. Bundan en fazla sigara memnun.
Çünkü, sizler, hatırlarsınız ki ben tutamayacağım sözler vermiştim ve sözlerim de siz de kalsın istemiştim. Hhhah, yahu koluma girmiştiniz ve Tünel'e doğru yürüyorduk. Bana gülüşlerinizi, en yakın zamanda benden nefret edeceğiniz garantisini vermiştiniz. JukeBox'da Petek Dinçöz'den sonra gelen Pink Floyd'u tercih edemeyişimiz yüzünden oluyordu bunlar. Bunlar olacaktı. Bana sevdiğiniz filmleri izlettiniz ve en sevdiğiniz yalnızlıkları anlattınız. Sonra birbirimize kitaplardaki gibi aşklar yaşayacağımıza, birbirimizi hep seveceğimize dair fabller anlattık. İçimizdeki dazlak keşiş, bir ördek oldu ve bağırdı sonra.. Karşı kıyıdan kimseler duyamadı.
"ara sıra mahşer, ara sıra yaşama hırsı.."

Karşı kıyılar sonra, "karşı tarafın ışıkları" hatta, kıtasahanlığımızda bir fizikî harita, -harita ya, yüksek bölgeler yeşile boyalı- ve reflü olan bir ayyaş kedi vardı. Vesvese yahu bunlar, diyor arka sokaklarda bir yerde çiğköfte yiyebiliyor oluşumuzun müsebbibi. "Vesvese bunlar." Seni bulduğum yeri bulamıyorum şimdi ve otobüsleri sevmiyorum. Ben otobüslerden kimselere bakmıyorum; bakınca çünkü, ölmekte olan yaralı bir serçe yavrusu görüyorum, hayır acıklı olsun diye değil, lirilmek için değil, hakikaten görüyorum. Cam kenarlarına hep bir forklift koyuyorlar ve her mola yerinden birkaç km geri atıyorlar beni. Vardığımda aslında, hiç gitmemiş oluyorum. Yani aşağı yukarı bir korku filminde, üzerinde kasten parmakizi bırakılmış paslı bıçağım. Köreltilemiyorum ve beni bileyleyenler, hepi topu biraz gaza gelmişlerdi. Elimizde birkaç öpmek, birkaç gitmek kaldı. Sınıfta kaldık. İstemezdim: isterler.. Duydum ki Greenwich'te saat yokmuş. Halâ bana, "Bu saatte ayakta ne işin var?" demiyorlar mı bi' de, hani aramızdaki emek-değer teorisi, hani ırz-talep meselesi.. Ben onun ta ontolojisine.. Çünkü ben hep ayaktayım. Akustik bir gitar çalıyor, keman konçertosu sonrası vuruyorum metrodan aşağıya ve çokbiralıevlere azparalı geri dönüyorum. Ben hep ayaktayım, hatırlasana; aklımın Sean Paul kısmı ve ellerimin Marla Singer yanıyla ben, hep ve her daim ayaktayım. Karatahtanın önünde, horned hand ile gülümsüyorum öğretmenime: "Merhaba, bugünkü konumuz sanırım sizsiniz!".. -Seni unutmaya çalışmakla cezalandırılıyorum. Biz daha o konulara gelmedik, o sayfadan sorumlu değiliz gözümün çıbanı.

"ay hüznümün, ay hüznümün tütün sarısı.."

Uzaklıklar.. Saçlarımla anılmaya başladığım bir zaman. Artık şiirden, şarkıdan, filmden, kitaptan bir alıntı olmadan yaşadığım bir elma yemelik zaman aralığı. Yağmur yağarken ağlayarak sarılıp, omzumdaki mayınları kontrol ettiğiniz gecelerde küstüm size. Dargındık, dargınlığımız sudan atom çalmaya çalışıyordu. Canavarlaştığınız zamanlar oldu. Kör canavarlara dönüştüğünüz rüzgârlar geçti. Siz geçmediniz, vazgeçemediniz kendinizden. Ruhuna bir kaktüs değse kanıyordunuz ama beni bir toplama kampına gamalı haç dövmesi ile göndermeyi biliyordunuz. Sevgilerinizin pazusu, içi çiçekli bir bakkal çakmağının gazını eşitlemekten öteye erdiremiyordu hakikâtini: Beni yine masaya koyuyordunuz ve hayır-hayır kızmıyorum ki haklıydınız. Çünkü ben size vaatlerimi, eften püften bir karanfil takarak sol yakama, sırası ve hakettiğiniz değerle sunuyordum. Ben, dedim aynadaki alkol eriyiğine, paspal bir dilenciye dönüp nanik yaptım, "ben unuttuğumu söylerken çok terso yakalandım".

"Derdetme iyiyim ay yar.."

Mizampajlarınız, galalarınız, altın günleriniz ve 'beni sakın bırakma!'larınızı nereye saklayacaksınız? İnsan bırakma diyecekse, tutmamalı. İriyarı yalanlarınız tuttu beni, yalanlarınız ve su tabancalarınıza koyduğunuz mermiler.. E evet ben de çok yalan söyledim, her şey istediğiniz gibi: kurgukurgukurgu ve: Guguklu saatleriniz nezle olmasın e mi? E.

Mutsuzluklar.. Ataşlarınız, ayraçlarınız, andaçlarınız, arkadaşlarınız. Defterlerinizi kapladığınız kutsal metinler yırtıldı sonra. Yani benimkilerin yırtılışından hemen sonra. Birkaç ay. Birkaç sene. Ben vapurlardan, feribotlardan, metrolardan, dolmuşlardan kimselere bakmıyorum. Baş ve işaret parmaklarımı kestiniz. Penceredeki ay'ı ve boğazımdaki kahkahayı kefil gösterdiniz. İçtiğim biradaki su yılanlarım, nasılsınız? Of, bok varmış gibi yakınlaştık. Ben ve bira şişesi yani. Tom Waits ve Edip Cansever yani. Ben ve sizin suyun altında kal-a-mayan kısmınız. Cahil cesaretiniz ve Darwin.. Sanırım bir şeyi kanıtlamaya çalışıyordunuz. Yahu suratsızlık ile yüzsüzlük ne kadar aynı ve ne kadar farklı.. Kafka okumalarınız, Dylan sevmeleriniz, Tool tahammülsüzlüğünüz ve "çok önemlisin benim için!"leriniz. Yabani otları tutuşturup çıkamadığınız bir gece ormanında İlhan İrem'le karşılaşacağınız zaman için dua eden bir ben.. Ben hani, benden bıraktığınız, benden damıttığınız: Ben yahu, yoksa hatırlayamadınız mı, beraber üşümek ve oto teybi çalmaya yemin ettiğiniz ben hani, şeyyy, ruh hastası ben, sorumsuz, siz şu her şeyi mükemmel bir şekilde yapanların pek sevemediği ben, siz ki her şeyi kusursuz olanlar, sizler ki sevdim mi tam sevenler, sizler ki ayaktırnağından saçdiplerine değin her şeyleri plânlı olan güzelim sizler, sizler ki yatırım araçlarını amaçları edenler ve sizler ki beni hiç bir zaman sevmeyecek olanlar.. Naber? -Size katlanmakla cezalandırılıyorum.

-bira almaya çıkma molası, lehçe, eblehçe bir dilin sokaklarında, bira'z geç kalmadık mı sayın çok bilenler, -pıh-layın hadi, kaç kişi kaldı şimdi.. lan n'oldu be..

"derdetme iyiyim ben, ay hüznümün tütün sarısıı.."

Hepsi mükemmel yahu, dedim, gökyüzünden sakallarını sarkıtan'a: "Hepsi mükemmel!". Kızdınıııız, hahah, gerildiniz. Yo yo, kızmayın ve gerilmeyin. Beni alın, masaya yatırın ve gövdemi yarın. Biliyorsunuz ki yarın çok geç olacak. çok geç olacak yarın. Zaman kaybetmeyin, para kaybetmeyin, itibarınız ve yarattığınız imaj zarar görmesin. Ölçülü, sakin, cool ve son derece mükemmel kalmaya devam edin. Bunları yapın yoksa iki tutam saçım öbür tarafta bile yakanızdadır. Bunları yapın çünkü umarsız serseriliğim ecelinizde bile sinirlerinizi darp edecektir. Kendinize tapın çünkü kendiniz sizi günden güne yiyecektir. -Bana katlanmanıza şahit olmakla cezalandırılıyorum.

Gitmeler.. görüşürüz umarım, dedim, okuduklarınızı yazan parmaklara. "Görüşürüz umarım." Çünkü çok geç olacak yarın.


"kan bulaşınca yangınlarda yüzün,
yüzün, yüzün parlaşınca
saçların tutuşunca zorlanmış bir hükmün tutanaklarından
görüşmeye gel ne olur,
iyimser bir gül açsın yanaklarında.."

-Bunları yazmakla cezalandırılıyorum.

lady: bird...i cannot see a thing.

bird: it's all in your mind..

asla anlayamayacak olanlara söyleme sakın,

bilebileceğin en güzel şeyleri..

sabah bir kalktım ki ne göreyim: ilk kar yağmış buralara; şöyle bir fotoğrafa konu olmuş:
çok da iç açıcı olmayan gri yurt penceresi manzarasına aklar düşürmüş:

kara sevinmeyen insan iyi insan değildir, bence.

böyle de yüzeysel saptamalar yaparım, öyle değil mi ama? kara sevinilmez mi hiç?


öğleden sonra dersten çıktığımdaysa

kardan eser kalmamış, deli bir yağmura teslim olmuştu yine, şehir..

yakındır ama pencereden kar geliyor günleri,

karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak

geceleri..

yine bir cüceyle karşılaştım bugün; zafer kazanmış sevinmiş bir şeylere; soramadım, hani bir başkasının zaferi diğerine önemsiz, başkalarının rüyası diğerlerine sıkıcı filan; böyle şeyler var hayatta, bilemedim. hiç.

"yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şey var;
kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin..
bu yüzden birileri hep ısınıp dururken,
dinmez üşümelerin.."

diyemedim.

sen de tek çemenim y'adıma düştün..