eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

ateş gittikçe yaklaşıyor. korku içindeyim. "her çalgının başında ayrı bir hayaletin, yakıcı habbeler gibi kucağında uyuyan çocuğu korkulu düşlere yolcu etmesi" diyorum ben buna. tam teşekküllü orospu çocuğu rimbaud dan öğrendim böyle balgam gibi konuşmayı, içimde siğiller, çıbanlar yetiştirmeyi. tortop olmuş bir tespih böceğine çatalını durmadan saplayan bir adamdan bir de.. yüzünü eteğiyle örtüp koridorda ağlayarak koşan bir kadından söz ediyorum ona. dinliyor; sessiz yüzü zayıf bedeninde bir yatağın ucunda otururmuş gibi korkak ve kuyruklu yıldız gibi tozlu bir izle bulandırarak havayı. yanan benzini duyuyorum caddede. her boydan tekerleğin dönüşünü. başkaları yolculuk diyor bu olup bitene. enjektörlerin püskürttüğü mazot buharına; hareket.. çiçeklerini döküp güzelim yollarınızı yapış yapış yapan, boyalı küçük dudaklarıyla altından kızlar geçen bir ağaç diye bilin ama siz beni..

... feel in the blanks...

gidiş yolu dorğu da

Asla ağlamamalısın der bir şarkı..


["ölümüm olsa zanzalak ağacından iyisi mi olurdu..
..gücüyle yapayalnız korktu yıkıldı öldü acımam sevdiğime acımam yıkılan bir o değil ne çıkar yanıp tatlanacak bağrını güneşe açıp kanamalı sevda denen inanamam güç inanmak bu korkak tatsızlığına sevda soğuk kar gibi sevda denen.."]


Onun dışında bir şey diyen kimse yok..

finaller bitti tez bitti


tüy hafifliğindeyim
aşk bitti dilimde tüy bitti

tüymem lazım derelerden

günlerden tepelerden aşağı

aşk hiç biter mi..


normal şartlar altında tüm bu sırtımdan kalkan yüklerin verdiği rahatlıkla benim hoptirinaynom modunda rayımdan çıkmam, ipimi koparmam, bulut olup yağmurlarla toprağa inmem, sularla birlikte toprağa yürümem, toprakta bir çiçek olmam lazım, sonra çiçeğin özüne bir arı konması lazım ve belki o arı olmam lazım..--başını alıp, öyle kaçak, öyle eşkiya nerelere gittin..--

ve fakat iyi değilim yine de, benim nÂçiz vücudum elbet hala toprak olmadı ama içimin dağları denize hep dik, --boynum dik sevgilim-- içimdeki ölçeksiz haritada koyu renkle gösterilen yerlerin yükseltisi daha fazla, içimdeki akarsular denizlere küs, içimdeki deltaların rengi küf(ran?), içimin coğrafyası sergüzeşt anlayacağın, içimden şehirler geçmiyor hayır, içim geçiyor zehirlerarası yolculuklardan, ben içime aktığımla kalıyorum.. yanisi o ki; hiçbir denkliğe kendini tartamamış; hep bir fazla bir eksiklere kendini kanalize etmiş ruhum, artık bırak yönünü sapağını şaşırmayı, bırak araflarda gezinmeyi, kendini atacak köprülerden bile medet ummuyor artık, mıknatıssız bir pusula olarak..


huzur denilen şey; hayatla kurduğu ilişki defol'u olanlarda geri iade edilmeyen, evet "geri iade etmek" kabilinden bir müşteri memnuniyetsizliğine şikayet kutusu olmaktan çıktığı zaman belki, huzur içinde ölünecek, başaşağı hüzünlerin --ki en çok yapışandır bize?-- kendini kuyulara sarkıttığı dolunaylardan geçilecek, damar damar dirençsizliğin nabzını tuttuğu rüyalardan düşülecek, köhnelerden kuytulardan kerbelalardan bıçak bıçak yusuflardan, zindan zindan züleyhalardan ruha pay biçilecek, işte o zaman belki hikayeler hakikaten nihayetlere erdirilecek..


"..kim düştü kuyuya, yusuf mu, züleyha mı? zindan kimin kaderi, yusuf'un mu, yoksa züleyha'nın mı? yusuf ve züleyha yok aslında. hepsi bir, hepsi 0 bir, hepsi tek bir.."


ben, yanılmışım çoğu kez, "inanç bozukluğu" nerelerden, hangi sulardan kendini akıtır da şelale yazgısına çağıltırsa kendini, işte oralardan yan(ı)lış ve yaradılış efsanelerini kendime bezeyerek, "işte tam da böyle olmalı"nın "belki" çeşnili avuntusuna doğramışım içimde kalan, hala kalan, hep kalan yalan yanlışları ama işte hisleri histeri hileleri kendime benzetmişim.. yanılmışım güvenirken. güvendiğim için değil, eksik sevdiğim, sevmeyi bilmediğim, sevginin kıyısında yaşayan çakıl "onlar"ı denizin parçası sayıp, belki sevgiden fazlasını gösterdiğim, sevgiyi onlara da sıçrattığım için yanılmışım. bunu düşünürken bile yanlışlığa boğulmuşum, ince hesaba kaçtığım için; ah, incelikler yüzünden..


yanılmayan, yanılmamışlığa düşen var mı ki düşeyaza düşmemiş gibi yapmayan var mı ki ayaza vurup gölgesini gölgesine basmayan var mı ki.. hem ne kadarına paye verir ki hayat tüm bunların, hayat; tüm yalan yanlış genellemelerin toplamı değil mi ki hayat, çizgili yeknesaklıkların karboğazlarından darbeyazlarından mürekkep bir ara-f-renk değil mi ki; tüm bunlar hayatın ve dünyanın umrunda mı ki her yerde bunca acı varken bunca acı..--sevgim acıyor..--

aslında hikaye yüzleryıllık; edinememişliği ızdırap ve geri-çekilmeye dönüştürenlerin, ya da hikayesizliğini başkalarının hikayelerinin aktarıcısı olarak bastıranların, ya da koza örmeyi -korumak, sahip olduğunu korumak, geçmişini, benliğini, girdabını, fırtınanı, gök'ünü, yağmurunu korumak- duvar örmekle karıştıranların..


böyle böyle anlatmakla bitiremeyenlerin, anlattıkça bitenlerin, bittikçe anlayamayanların yol yol hikayesi..


ama işte kimi zaman, yine de, ama işte "herşeye rağmen" tam karşında, farlarını gayet uzuna almış, acı bir korna çalarak gelen, telaşlı sürücü geliyor, ölmeye yakınlığın ani bir manevra sonucu kavranması, ölmeye yatkınlığın müebbet cezalı sorusu.. yol bu, anlatmakla biter mi h'iç. . .


"Bak, sabahtan beri o kadar şişirdin ki içimi, en nihayet, kurduğun/alındığın bütün yazılardan öte- İşte! en nihayet! BU YAZI SENİN ÜSTÜNE!


Bir yerde Türkiye (Dem)okrasisini de andırıyorsun. Hem her telkine açıksın, hem de asla dinlemiyorsun! Hem teşhisimi bekliyorsun, hem de uzattığım röntgenlere, raporlara, reçetelere kayıtsızsın. Aldırışsızsın. 'Fena hastayım' demesen de (pek ayırdında değilsin) 'Fena bataklardayım' çizgisindesin. Galiba 'bataklarda' olma haline az biraz müptela da olarak. Tan. Kertenkele.


Sonra ben aksırarak ve tıksırarak, karlı dağların başındaki sıcacık mağarasından güç bela çıkan Yaşlı 1 Cadı gibi, pelerinimi giyip asamı elime alıyorum ve hiç tanımadığım diyarlara gidip hayatta tanımayacağım insanlarla saatlerce konuşuyorum. Saatlerce göz kesiliyorum. Kulak kesiliyorum. Yürek kesiliyorum. Dişsiz, tırnaksız, kılıçsız kesiliyorum. Zira senin için ordayım. İyiniyet/Güzelyürek Elçisiyim. Parçalara ayrılıp her bir parçamla anlıyorum. Dinliyorum. Parçalanıyorum yeminle. Böyle Yaşlı 1 Savaşçı için zor şeyler. Sonra anlıyorum ama dinleye dinleye. Bak senin için pelerinimi anlayış ve efendilikten dokudum. Çakımı mağarada bırakıp bir sopayı asa kılığına soktum. Bak sırt üstü kaç takla attım üst üste: Gönülçelen oldum. Kimse bu kadar dinlememiştir başkalarını. Bu kadar kamyonla hak vermemiştir. Bunları senin hayatını kolaylaştırmak için yaptım. Beni duyabiliyor musun? Sonunda onları çok dinleyip çok duyduğum için, onlara çok hak veriyor olabilirim. Ama senin haklı bulunman gerekmiyor. Benim tarafımdan. Ben zaten senin tarafınım. Senin bu İmkânsızlık Kayığı'na binip kurt, kuzu, ot, boru ve oğlan çocuğunu karşı kıyıya geçirmen gerekiyor. O kadar! Çok zorlanıyorsun. İki seferde bunca imkânsızlığı nasıl o karşı kıyıya ulaştıracaksın? Sen çok zorlandığın için, içim sızlıyor. Ve tüm bu bir arada olmayacak şeyleri Karşı Kıyı'ya ulaştırmana yardım edebilmek dışında derdim yok. Bugün kendimi tamamen iptal ettim. Derdim senin derdin- o kadar. Ve senin bazı şeylerini iptal etmen gerekiyor. Az biraz 'normalleşmen'. Tamam, ben kimseye 'normalleşmeyi' anlatacak birine benzemeyebilirim. Ama beni buldun sen. Üstelik inan bana gönülgözümle bakıyorum. Biraz fazla bakmak olsa da- Görmediğimi iddia edemezsin. Sonra gördüklerimi, duyduklarımı sana anlatmam gerekiyor. Borunun içinden otu nasıl üflememiz gerektiğini ve kuzunun otu, kurdun kuzuyu yememesi için oğlan üzülmesin diye, ne yapmamız gerektiğini sana boğazım parçalanarak tarif etmem. Sen ne yapıyorsun? Üzgünlükten bir perde çekiyorsun aramıza. NE desem dinlemiyorsun, duymuyorsun. Tamam çok harap oldun. Kayık senin İmkânsızlık Kayığın. Karşıya nasıl geçeceğin karşısında karanlıklardasın. Ama onca dinleme ve anlama sonunda söylediklerimi, dinlememeye de kararlısın. Bir nevi işine gelmiyor. Bir nevi ziyadesiyle üzüldün. Bir nevi fazla ödev vermiş gibi oldum. Tıkadın kulaklarını, gözlerin üzüntüden içlerine döndü. Beni dinlemiyorsun. Beni dinlemiyorsun. Oysa ben bunca zamanımı ve emeğimi akıttığım için değil, seni koruyup kollamak istediğim ve Mutlu Son hastası olduğum için mutlaka duymanı istiyorum beni. Oğlanı zamanın karşı kıyısına geçirebilmemiz için. Çok iyi bir insan olduğun için. Bu denli üzülebiliyor olman kimsenin üzülmediği bu zamanlarda, yüreğimi dağladığı için. Bak bu yazı tamamiyle sana yazıldı. . Ama beni dinlemeni isterim. Çok düşündüğümü ya da düşünmediğimi, bilmeni. Senin iyiliğini istediğimi. Kayık senin olunca İmkânsızlık Kayığı. Beni dinlersen bu işi halledebiliriz gibi geliyor. Üstesinden geliriz vallahi.."


sahi kim diyorum, kim bana hayat için; arkasından koşarken sorduğumda, “şu tarafa gitti,” diye yalan söyledi? bunu kim yaptı? hangi ..?


allah selamı versin, selamın sadası cana dokunsun ki şu kadar inan..ma.. (the file has expired)


Kar. Işık. Tez. Tüz. Finaller. Parmağımın ucundaki ne ara oluştuğunu hiç bilmediğim yanık. Sızı. Sokak. Güneş.Yöneylem. Ot. Bok. Küvetteki saç teli küvettekisaçteliküvettekisaçteliii.. Hani diğer hepsine katlanabilirdim belki ama sonunucusu. Cıx. Bi' çözüm getirmek lazım.. Nokta.

Ha bi' de "bana yalan söylediler" Semiramis Pekkan'dan gelsin. Bildin tatlım, çok eskılardan..