eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

tutkulardan intihar günlerden çarsamba ve ölmekten bir sayfa / sayfa


anahtarı kilide soktu kapıyı açtı ve özlemi bekledi ev boştu /oysa...


çamaşırları topladı özlemi kokladı kokmuyordu kokmuyordu /oysa...


yarınlardan perşembe t u t k u l a r d a n - i n t i h a r ve ölmekten bir gün daha vardı önünde /


vardı . . .


cevabını bildiğin soruyu sormaktan daha aptalcası, yanıtından korktuğun soruyu sormak değilse nedir? nasılsın gibi, herşey yolunda mı gibi, ya herşey yolunda değilse, bunu bilmek çok mu yüceltecek sanki, ya da iyice alçaltacak mı, bir Candan Erçetin şarkısı mıydı bu saçmalığa dem vuran, şarkıyı da şarkıcıyı da yanlış hatırlama ihtimalim herhangi mantıklı bir cümle kurma ihtimalimden kat be kat fazla, "Kendine iyi bak deme denmez saçma kendime bakarım elbet sen hiç korkma " hah böyle bir şey işte, saçma sapan sorular saçma sapan cümleler, bir şarkı sözü daha ekliyim, malum ben sustum gözlerim ve şarkılar konuşsun günleri, "aklımın iplerini saldım", beyin durdu el yordamıyla yaşıyorum, akıl melekem yerinde olmadığı için yırtar mıyım acaba günahlarımdan, yoksa her koyunun kendi bacağından asılması gibi gidişatım belli mi, nevrotik olmaya bir kedi eksiğim kaldı, ayrıca blogumdaki mesaj kaygısı giderek kaygılandırıyor beni, kaygısızca içimi dökesim var sana blog, fısıldasam da bir sen duysan beni..



23 yaşındayım ve her şeyin sonuna gelmiş gibi hissediyorum, öyle..


"..acaba iyi bir şey olacak mı?

hayır, dedim kendime.

iyi şeyler birdenbire olur,

bu kadar bekletmez insanı.."


oğuz atay / korkuyu beklerken


"..düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. hiçbir şey. hiçbir korku. aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından... sakin ol. öylece dur. yaşamdan geç. kentlerden geç. sınırları aş. gülüşlerden geç. anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelerde otur -artık hiçbir yerdesin. .
tezer özlü

aynaya baktım

seni gördüm dedi/
bildiğini sandığı yüzü değişebilir miydi?
hayatından çıkacaktı/
zaten olmadığı/istemediği yerden/
aslında,tek istediği bir kucaklaşma anında
ellerinin ayırdını ilk fark eden olmamaktı/
algıları ve isteklerinin farklılığı
onun gibi bir 'duvar' karşısında
ki çocuksu aptallığı buna erişmeyi imkansız kıldı/
biliyordu ki,o her çocuksu 'hadi oyun oynar mısın benimle' isteğini/

sırf farklı mahalleden/
farklı giysiler içinde/
farklı 'güzellikte veya farklı güç’te olması hallerini/
aslında ‘güç peşindeliğinden
bi-haber’birini istemediği için
'içine almadı’...


kefenin diğer tarafında
'hayat'ın kendisi
duruyordu...


istanbul'a dair söylenecek onlarca sözcüğe rağmen susuyorum, zira kendisi vakur ve mağrur bir duruşa sahip olmakla birlikte, kendisine dair betimlemelerden pek hazzetmez, zira gerek de yoktur, tabi bu dahil bütün betimlemeler yanlıştır, ehe. çok yordun beni şehir, çok koşturdun ama pek üzmedin ya hu, dönücem ben sana, bilahare..






ilahi ben;

istanbul bırakılıp da gidilir mi hiç..

en azından şimdilik..


Bu gemi nereye nereye gider..


ümidin naylon kanatlarıyla uçarken kaç derece sıcaklığa dayanırız da düşeyazdığımız sözcüklerin sesine yakalanırız, kaç..?!


purplehaze diyorum, sis diyorum, mor diyorum yine, arzular şelale..