eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

Çok, çok zor bi gündü bugün benim için. Savaş boyalarımı sürüp, kendime yeni cepheler kazdığım bir mahşer yeriydi. Keşke hiç doğulmasın, doğulamasın arkadaş! 1-0 başladığın bi hayat veriyorlar sana bir de kırık kanatlar, hadi kazan şimdi öne geç, dimdik dur, uç yorulmadan... neden? tanrı istediği için mi? öyle olması gerektiği için mi? kader mi yazgı mı ne? insan, hep kendine oynayan bir pandomim mi? ya da "vur-kaç" taktiğinin o hep kırçıllı yüzeyinde beyazlara basmadan yürümenin mecburi olduğu sınırdışı hezeyanlara sürülmek zorunda mı? yoruldum. çok.


Geçen gün trende dağların, tepelerin arasından geçerken çok istemiştim oysa o köylü kadınlardan biri olmayı. akşamüstü güneşinin ışıklarından saçlarına taç yapan çocuklardan, zencefil zamanlardan kalma masallardan biri olmayı çok istedim. belki daha kolay olurdu o zaman herşey. "ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi" olurdu belki. ne eksik ne fazla. dengede dururdu zaman ve biri yerinden hızla, hiç beklemeden, aniden kalktığında ben; savrulup gitmezdim belki hiç bilmediğim yerlere.


şimdi saat 00:00 olsa, arabam balkabağına dönüşse ve zamandan kaçarken ayakkabımın tekini yolları hep aynı boşluğa açılan o şehrin eşiğinde unutsam ve ayakkabı numarası benimle aynı milyonlarca aynı kız olsa şehirde; ne değişecek? ya da kırmızı başlıklı kız'ın kurda kuşa yem olduğu bir gecede "senin gözlerin neden bu kadar büyük" diye sorsa bana biri, ben de "seni daha iyi duyabilmek için" diye cevap versem de o kertede bütün uzuvlarım seni duymaya yeltense; ellerim seni dinlese mesela, burnum sana kulak verse, sen konuşur musun bütün hücrelerinle? veya pamuk prensesin 7 cüceye duyduğu minnet borcu da ses titreşimleriyle alakalı mıdır? benim sana duyduğumdan çok farklı ya da aynısı olsa; sen anlar mısın beni? duymayı dener misin?
veya ne biliyim; bu kadarı çok fazla ama alâaddin çıksa mesela neon lambaların içinden; dile benden ne dilersen diye dile gelse;


-söyle ona biraz değişiklik istiyorum, bişeyler yapsın.-napsın?-elime kahverengi bir kalem vermekle başlasın işe sonra beni yıkasın, odamı toplasın, insanları sevsin benim için, sarılamadıklarıma sarılsın, söyleyemediklerimi söylesin, bir peçete tutuştursun elime, saçlarımı tarasın, okulumu bitirsin, kalp atışımı yavaşlatsın, sıradanlaştırsın tamamımı, yoğurt isteyip istemediğimi soran köfteci yapsın beni, az daha bana çarpıcak olan taksini şoförü yapsın, yüzmeye götürsün beni mesela, kayığa bindirsin, karnımın üzerine bir bıçak koysun, karnım şişmesin.


inansın içim bişiylere sözcüklere kansın ya da uyansın artık masallar; bir tek paragraftan ibaret olsun herşey; çok mu?


"Evet bir şeyler olmuş gibi görünüyor,görünüşe bakarsan bir şeyler olmuş gibi, ama gerçekte hiçbir şey olmadı,hiçbir şey. Sen yerden göğe haklısın Willie. Yarın şemsiye yine burada olacak, bu tepeciğin üstünde yanıbaşımda, yine bütün gün yardım edecek bana. Bu küçük aynayı kaldırıp bir taşa çarpıyorum parçalanıyor, sonra fırlatıp atıyorum, yarın yine çantada olacak, üstünde tek çizik bile olmadan, yine bütün gün yardım edecek bana. Hayır, hayır insan hiçbir şey yapamaz. Bence harika olan da bu işte, her şey böyle...böyle olağanüstü."
samuel beckett/mutlu günler



Bi'de ; onu bunu boşver de; Haydarpaşa Garı'nı da otel yapacaklarmış; Kızkulesi'ni dövize endeksli denize eğreti koyduklarından sonra çirkinleşmek adına bir adım daha işte! İstanbul kazan biz kepçe, birer birer azalıyoruz kan emicilerin karnı doysun diye, sırf birilerinin cebi daha çok dolsun diye siyah-beyaz kalıyoruz fotoğrafın soluksuz kaldığı yerde...




Neyse çok konuştum yine dimi; mümkün olan en kısayoldan, çizgili yerlerden sesimi kesiniz artık, ya da vurunuz, dövünüz ne biliyim, gücünüz yeter nasılsa...


0 üvercinka: