eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

Ah Fırat.. 9 yaşında.. ah.. neden ağlıyorsun diyorlar.. nasıl yanıt vereyim?


*hesret çektim, könül verdim, men..



Hesret:


Çekildikçe kıyıya vuran bir ölü balık sürüsünün, hiç açılmamış bir mektup şişesinden yansıyan sureti..


Könül:


Adresi çoktan şaşmış bir mektubun, vardığı yanlış yerlere durmadan kan pompalayan mührü; "görülmüştür"


Hesret çekmek:


Kınından henüz çıkmış bir kılıç-balığının, durmadan maviye kürek çeken bir yolcunun denizini ikiye ayırıp durması hep; kırmızı..


Könül vermek:


Limanında hep aynı halatın bağlandığı ölü balıklar denizine mektuplar postalayıp durmak; buzdağına giden kayıklarla geri yollamak sonra onları: "adreste bulunamadı."




*könlümü vermerem heç kesemem , könlümü vermerem..

… Biz yetimler intikam iştiyakıyla doluyuzdur. Dehşeti dengelemeye yatkınızdır. Başkalarının öçlerini de almaya hevesleniriz. Yetimlik bize kanlı doğaçlamalar yapma cüreti verir. Suçlamakla ya da suç işlemekle kaybolmayan bir masumiyet imtiyazına sahibizdir.


Dublörün Dilemması – Murat Menteş



Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz..

"Temiz hissiyatlara ihtiyacımız var" diyor sırf iyilikten yana açılan aydınlık bir ağız, sevgili Yunus! "Duru" demek istiyor yani, eğilip bükülmemiş, sistemin pespayeliklerine, kalabalığın domuzca değerlerine katlanmak, uyum sağlamak için eksilip bulandırılmamış hissiyatlar. Mutluluk, acı, öfke, aşk, gimek, dönmek, karşı çıkmak.. Neyse ne, bulandırmadan yaşanmalı demek istiyor.

Bir yer geliyor -çoğumuz için iş hayatının başlangıcı veya "kazanmaya" başlamak oluyor bu yer- küçük küçük eyvallah etmeye başlıyor insan. "Ne olacak canım?" diyorsun, "Herkes yapıyor. Hem ben onlar kadar kirlenmiyorum ki!" Hatta, "Hiç değilse ben ne yaptığımın farkındayım," deyip iyice ikna ediyorsun kendini. Öfkeleneceğin yerde gülümseyerek geçiştirmeye çalışıyorsun durumları. "Kafayı mı yediniz kardeşim?" diyeceğin yerde, "Demek dünya böyle. Ne yapalım? Yapayalnız kalacak değiliz herhalde," deyip susmaya başlıyorsun. Sonrası zaten çorap söküğü gibi geliyor. Kendine ettiğin minnacık ihanetlerle başlıyorsun işe. Zamanla bakıyorsun ki, başlangıçta öfkelendiğin, nefret ettiğin, tiksindiğin ne varsa tam ortasında buluyorsun kendini.

İnsan tuhaf bir mahluk elbette; her seferinde daha büyük bir beceriyle buluyorsun kendini haklı çıkaracak bir nane. "Para kazanmak zorundayım," diyorsun, "Ben iyi bir insanım aslında" diyorsun, "Elimden başka türlüsü gelmedi," bile diyebiliyorsun hatta. Kafan daha iyi çalışıyorsa daha bilgiç açıklamalar buluyorsun yaptığın ve yapmadığın şeylere, kendine ettiğin küçük ihanetlere. İşte o zaman başlıyorsun hissiyatları bulandırmaya. Hayatın netlik ayarını bozuyorsun. Sanıyorsun ki, daha iyi olacak böyle. Olmuyor oysa. Güçten düşüyorsun. Kendinden uzağa doğru epey yol aldığın için.. Nasıl diyeyim? Sanki öksüz kalıyorsun. Sanki ilk eyvallahından itibaren kendini yetim bırakıyorsun. Sen kardeşim, işte o yüzden sabahları böyle tatsız kalkıyorsun. Ne rakı tat veriyor eskisi gibi, ne eskisi gibi şöyle etraflıca ağlıyorsun.

İlk bir şey vardı. Temiz bir şey. Paşa çayına batırılan bisküvinin verdiği mutluluk gibi bir şey. Alçakgönüllü, eski, küçük, temiz bir şey. Bu sistem benim o küçük, eski, küçük kalbimi bozuyor. Şunu alınca daha iyi hissedeceğimi sandırıyor bana, şöyle ünlü olursam daha "mühim" olacağımı, yüksek muhitlerde bulunursam daha önemli olacağımı zannettiriyor. Zannettikçe ihanet ediyor insan kendine. Gülmekten, ağlamaktan, melek gibi sevinmekten uzaklaşıyorsun ve bunların bütün temiz hallerinden.

Ezilene yardım etme fikrinden, sadece iyi insanları önemseme halinden, güçsüzün yanında olma isteğinden, arka sıra çocuklarına duyduğun yakınlıktan, velhasıl insan olmaktan uzaklaştırıyor seni, uzaklaştırmaya çalışıyor. İyi büyümek lâzım yani. İyi büyümek. Başlangıçta kimsesizler yurdundan gelen çocuklarla, kapıcı çocuklarıyla aynı sırada oturmak için direttiysen sınıfta, yine aynı sırada oturman lâzım. Ön sıralarda oturan "ineklere" nasıl gıcıktıysan küçükken, şimdi de domuzlara o kadar uzakta oturman lâzım.


Sevgili kardeşim, senin bugünden itibaren, tıpkı eski güzel günlerdeki gibi, eyvallahsız olman lâzım. Sırf temiz hissiyat için yani. Eyvallah mı?


bilg'Ece Temelkuran

Benim yüzümde her şeyler var
Üç dilim ekmek bunlardan biri
Annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
Sur dışlarında hafif bir eskici olur
Olur ya bir kendil olur biraz da elleri
İnsan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.

Dün biraz ağlamıştım bunlardan biridir şimdi
Çok gülünç bir şekilde kahveye giriyorum
Sorsam ya kapıdayken gözyaşı girilir mi
Girilmez, girilmez, bunu her mahmut biraz anlatır
Korkuyla anlatır, yüzünü baygın tutar anlatır
Kahveci, seni sevmiyorum bunlardan biri.

Bir deniz yandı gene, yansın ne çıkar sanki
İşte horoz öttü yüzümün yarısında
Yüzümde bir horoz var dünyanın biri
Seni sevmek neden mi, acı ve güzel
Geldikçe geliyorlar ellerinin elleri
Odalar! çıplak masalar! buna bir çare düşünmeli.

Burda bir nefes olmalı şimdi boşluğu dolduracak
Sevdi mi akıl baştan firar etmeli
Eskidir, yorgundur, ayıptır diye yüzler
Bir sinek sinek mi vurunca öldürmeli
Ve sinek oldu muydu hafif bir uzaklık olur
Olur ya, hem biraz dargındır hem biraz evli
İnsan sevdi miydi buna bir çare düşünmeli.


ne yapıp Edip Cansever


*kursak sevincime, güvendiğim dağlara..

nasıl büyüyorum ve nasıl küçülüyorum katlar arasında, kat kat kalabalıklar arasında ben, nasıl bilmiyorum neyi nereye koyacağımı bir bil sen.. nasıl arıyorum ve nasıl bilmiyorum neyi aradığımı, neyi bulamadığımı nasıl bilemiyorum. "bulmaktan değil, aramaktan vazgeç" demişti biri zamanında, şey.. dedim tan aldı götürdü, güneşler doğdu bak onca acının üstüne, tanvakitleri onca acının altına güneşler battı yine..

nasıl doluyorum ve nasıl yağamıyorum hiç bir yere; "ah bu ben kendimi nerelere koysam" vakitleri yine, bir sigara içimi zamanın küldüşü yangınına ömrümü düşürmek zamanları.. ömrüm.. hayat artık sana ömrüm diyorum. hayat sen beni hiç anlamadın.. hayat ilişkimizi gözden geçirelim mi seninle? birbirimizi özlersek geri döneriz belki, dönersem ıslık çalarım.

..ve nerelere gidiyorum ve nerelerden dönüyorum da hiç bir yere gitmemiş gibi oluyorum sonra, ben bu oyunu kazanacağım diyorum ve hiç kimse kaybetmiş gibi olmuyor sonra.. ve işte onca hayalburukluğundan geri dönerken nasıl acılar görüyorum yollarda, istanbul istanbul sen nasıl bir otobüssün? otobüste bir adam görüyorum, tıklım tıkış elbet ve uyur görünen yaşlı bir adam yere düşüyor koltuğundan, öldü sanıyor otobüstekiler, bağırıyor kadınlar, bağırıyor dur şoför hastaneye götürelim! derken adam hareketlenmeye başlıyor, kısık sesle bir şeyler anlatmaya çalışıyor, 2 gündür diyor bir şey yemedim, memleketten ameliyat olmaya geldim buraya, -bir gözü kapalı adamın- param kalmadı diyor, 2 gündür bir şey yemedim, allah diyor istanbul'da kimseyi kimsesiz bırakmasın.. kolonya veriyoruz adama, bisküvi çıkarıyor bir kadın, biri çıkarıp para sıkıştırıyor cebine, biri diyor amca seni memleketine yollayalım.. boyuna dua ediyor adam, dua ediyor, allah sizden razı olsun diye.. allahım sen bizden razı mısın? allahım bu nasıl bir rıza? "allahım" diyor adam, beni çocuklarıma kavuştur.. bir gözü kapalı, bir ömrü kapalı, bir istanbulu kimsesiz, bir allahı razı etmeye yetmiyor benim içimdeki dualar,, allahım diyorum bu ömrü nerelere koymalı, sen razı olur musun ömrümüzü örselediğimiz yerlerden..?

Allah İstanbulda kimseyi kimsesiz bırakmasın.. kimseyi kimsesiz.. Kim'seninim tanrım ama; bu istan'ından'bul bedduası tutmuş olacak birilerinin, boyuna bulduruyor istanbul bana, o kadar buluyorum ki hiç aramamış gibi oluyorum sonra..

yürüyorum sonra yollara atıyorum kendimi; pazar sabahı boş istanbul sokakları, sigaralar, kahır şarkıları, kahır yağıyor bazen gökten ve işte istanbul neden bu kadar büyük diye ağlıyorum, nasıl büyüyorum ve nasıl küçülüyorum yüksek yüksek tepelerde, o tepeden bu tepeye oyunlar oluyor hep; istanbul sen neden bu kadar oyunsun? neden bu kadar can kaybediyoruz hep ve oyunu sonlandıracak bir tuşun senin , neden yok?

sonra benim bir evim oluyor artık; hayalini kurduğum gibi, küçük-şirin-çatı katı evet, içinde ben varım bir tek, bir de morlar hep, bir de ben'cil şeyler işte; ama en çok kuşlarım var biliyor musun; martılarım ve güvercinlerim var çatımda, söylemede nedemedim. işte bazen oyunların içinden kuşlar geçiyor ve ben kimselere anlatamıyorum, çünkü her sevinç kursağımda, her bahar kışlığımda ve ben nereye koyacağım bunca acıyı ömrümün kuşluğunda.. ?

hayatın boğazında kalmış bir kırıntı gibiyim; bir türlü yutkunamıyor.. yor.. yor.



"..çünkü yüreğinin pusulası bozulmuştu."