Hakkımda
- Melusiné
- Bir 'mayıs sıkıntısı'nda gelir dünyaya, kıyısı yosun tutmuş bir liman şehrinde büyür, siyah yaşar, siyaha kanar, siyaha çalar günleri.. Edebiyat ve okumak en büyük tutkusudur; Kafka, Nietzsche, Küçük İskender, Umay Umay, aynada silüetini gördüğü ex tanrılarıdır, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Oruç Aruoba, Oğuz Atay, Bilge Karasu, İlhan Berk, İsmet Özel, Rimbaud, Rilke, Bukowski, Roland Barthes, E.M. Cioran, Murathan Mungan, Yılmaz Odabaşı, Özdemir Asaf, Atilla İlhan, Ahmet Telli, Lale Müldür, İnci Aral, Elif Şafak vs..ise yalancı peygamberleri... Gök'yüzüne kezzap atıldığı için yara izi sayar bulutları, güneşeyse yatsıya kadar yanan mum ışığı muamelesi yapar; ay,yalnızca dünyanın uydu'rmasıdır ona göre.. Vaktini en çok okuyarak, müzik dinleyerek, pencereden dışarı bakarken kendini yakalayarak ve hayattan kaçamayarak geçirir. Sık sık kendinin peşine düşer, kalbinin izine, ama çoğunlukla eylül'ün bıraktığı yerdedir. Şimdilik bir müsveddedir aslını arayan, döner durur içine kanar...
dancemetotheendoflove
lüzumsuzsa söndür
Oruç Aruoba
Kala'Balık..
say^aç
günebakan..
severek aldığın eflatun gömleği giymiş ol. bütün gününü koşturarak geçirmiş ol. sevmediğin bir işte yorul iyice. yapmak istemediğin,içinden gelmeyen zorunluluklara katlanmış ol. duygusuz bir pastayı kesmiş ol insanlar alışverişte görsün diye. çantanı sırtlan, kapıdan çık, dünyanın hırına gürüne kulaklarını tıka, kendine gömül yavaşça yürü. yağmur çiseliyor olsun. kendine gömül tüm yol boyunca. her zaman gittiğin lokantaya gitmiş ol. iskender ısmarla kendine beşkuruşsuzluğuna inat. yemek biter bitmez sigara yak. ciğerinin tüm hücrelerine doldurmak ister gibi çek dumanı. seni izleyen komi çocuğa gülümse. utansın, yüzünü çevirsin. çayını çok sevdiğin kafeye gitmiş ol sonra. garson kız yanına yaklaşıp "kaçak, demli, küçük çay" desin. hayır de ilk kez. şaşırsın. "kaçak, demli, büyük çay" de. sigara bitmeden bitmesin çünkü çay. beş yıl önceden eski sevgilin aramış olsun. evli olsun. çocuğu olsun. "olmasaydı sonumuz böyle" desin. hiçbir şey diyeme. -olmasaydı- onca gün geçsin önünden. onca gülümseme, onca hüzün. sigaranın dumanından gözlerin yaşarsın. çay soğusun. kalk.yağmur yağıyor olsun. aldırma. gömül kendine, yavaşça yürü. insanlar koşturuyor olsun. hallerine hafifçe gülümse. kendine gömül. sevdiğin dizeler geçsin aklından. -bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı-çiçekli entarileriyle kadınlar yol kenarında çiçek satıyor olsun. -ölmedim genç olarak, ölmedim-metroda gencecik bir kızla göz göze gelmiş ol. -ben hep onyedi yaşındayım, her ayak sesinde ürperirim-bir şairi daha tanımış ol. -ben bu özlemekleri anlamıyorum, bu hayatları bu kullanım ücretlerini son sürat-koridorlar boş olsun. bir ayak sesi gelsin ardından. -ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende-gömül kendine. mezar taşını hayal et. mezarının nerede olacağına dair fikirler yürüt. cenazeye kimler gelebilir? gelir mi hiç kimse? marketi geçtiğini farket. dön geri, büyük bir şişe gazoz, vanilyalı bisküvi ve en sevdiğin sigaradan bir paket. belli ki gece uzun olacak. hatta o tatlı şaraptan al, ilk kez içtiğin yanındaymışçasına... düşünme ama onu, yani düşün de, es geç bi anda. es es es... esip geç... rüzgar çarpsın yüzüne,yağmur yağıyor olsun. gömül kendine, yavaşça yürü. iliklerine kadar ıslanmadan eve varmak isteme. bu merdivenler öldürecek seni. yine bir tek kişi ile bile karşılaşma koca apartmanda. bir tek ses bile duyma. yine anahtarınla aç kapıyı. odan karanlık olsun. pencere açık. soğuk. eski fotoğraflara bak. nasıl da gülümsemişsin onun yanındayken. nasıl da mutluymuş yanında olduğu için o yüzü göklerden ırak... nasıl da tahmin edemezmişsin hayatın bu noktaya geleceğini. sigara yak. -nasıl yalnızsın, bunu unutma-
dudaklar çatlak, ses ihlez, can kaçak, perperişan hatta... yarayi tekrar su basar. bir de hic bitmezmiş gibi gelenmiş ömür. dinlenmeye fırsat vermeden biten olan hep. elinin ve ayağının parmakları yetmedi mi yaşını göstermek için, -yaşlanmakla ıslanmak aynı şey- kabul etmek zorunda kalır insan.
"bence kaldırmalı bu doğum günlerini
insan bir yas gibi doğuyor yeniden."
doğmuşum gözümü açıp kapamışım, 22 yıl geçmiş aradan, 22 bahar, 22 kahır, 22 zehir... sayısız umut geçmiş... çok geçmiş artık yeniden başlamaklara...
kurulmuş bütün saatler, kurumuş tüm yapraklar, sararmış anılar, dökülmüş umutlar... siyahın miladına kaydolmuş bir alınyazısının eklentisi, kenarına iliştirilmiş acılar, muhtelif yerlerine not düşülmüş kayıplar, altı çizilmiş bold ve de italik en gerçek yalanlarla...
Bugün benim doğum günüm...
"acılar yalnızlığımızın ortak aynası olmuş
düşlerde gördüğümüz hep o derin anlam
ben nerdeyim, hangi düşteyim?
sen nerdesin hangi roldesin..?"(h. faktörü?)
Ah hayat, benden kaçırdığın ellerini hangi ceplerinde saklıyorsun..?!!
Ve bir şenlik curcunasının daha sonuna gelmiş bulunuyoruz-curcuna da ne pis bi kelimeymiş-
6 gündür dımtıs dımtıs nedir yani...yok yok öğrenci şenliği falan değil bu, halk panayırı resmen. 14-15 yaş ergen gothic özentilerinden tut da, evden nevalesini hazırlayıp piknik modunda menopoz teyzelere kadar ipini koparanın gelmiş olması, bilumum keko, kıro, dallama ve türevlerinin bastırılmış cinsel açlıklarının psiko-nevrotik dışavurumları yeni yeni anne rahmine dönme sendromları yarattı bünyede en freudçu yaklaşımla... neyse dedik görmezden gelmeye çalıştık "o da istemez öyle olsun"culuk oynadık, boşverdik biz de...
ilk akşam manga-vega konseri fena değildi, vega'nın bi' an önce konseri bitirme çabası, -deniz'in artık kalıplarına sığamaması, bendini çiğneyip aşmasına dur denilmeli artık, çok ayrı bi konu- manga'nın beklediğimden iyi sahne performansı, özellikle du hast'ı söylerken verdiği ara gazıyla coşturması takdire şayandı. bir de "kal yanımda" tabi...
2. akşam hayko'nun kendine aşırı güveni, bir anathemacılık, bi metallicalık tavırlar, kal getirdi falan yani-öeeh- ama kargo ve tabi ki koray candemir iyiydi gerçekten, ilk defa canlı performansını izledim koray'ın, yani performansından çok kendini, öhöm... ama bir de "aşk" ı söyleseydi tam süpper olurdu... neyse varlığı yeter zat-ı muhteremin..
3.akşam şebo'nun gothik özentisi liseli genç ağırlıklı kalabalığına rağmen her zamanki gibi göz ve kulakalıcı sesiyle kendimize geldik, kendimizden gittik, med-cezir olduk, okyanus olduk, o sularda yüzdük sonunda boğulmak olsa da.. yaptık bunu evet..
4.akşam erkan oğur-ismail hakkı demircioğlu'nun muhteşem sesi ve bağlamasıyla ruh tazeledik, silkindik, saygı duyduk, hala dedik, hala güzel şeyler de var, olmalı... "zeynebim" dedi erkan oğur, "içerim yanıyor , dışarım serin" dedi, biz yanıp yanıp sönmelere kandık, ellerimize baktık, küle bastık, bir şey diyemedik... "pencereden kar geliyor" u istediler, söyleyemedi, "onu söylerken benim ağlamam geliyor, affola" dedi, ağlamamız gitmedi hiç... "bir ömürlük misafir" olasın üstad, bir ömür... "zehir olan kadehine doldur beni doldur beni..." dediğinde sen; bilmek ömrümün zindanı...
5.akşam yüksek sadakat-high fidelity-nin mütevazi soft rock ıyla hafifçe sallandık yerimizde, gülümsedik, adam gibi adamlar rock yapsın hep dedik, "mumdan kanatlı bir adamın güneşe ulaşması kadar anlamlıydı bu dünya, bildik..." ha bi de; "show must go on" yaptılar, ne queenler sevdim aslında hiç yoktular..:)
ve son gece kenan doğulu'ya gitmedik tabi, ama kampüs içinde ikamet ediyor olduğumuzdan mütevellit katlanmak zorunda kaldık, shake it up yavrum sen, yakışır...
öyle ya da böyle bir şenlik daha bitti işte, güzellikler de ihtiva eden ama işte yine de buruk bi yanıyla...
neyse bu kadar şenlik izlenimi yeter, gelelim halet-i ruhiyeye...
çocukken ağzını musluğa dayadığın balon gibiyim sanki. şişkinliğim tahammül kapasiteme denk.
tahammülsüzlüğümün neye olduğuna dair en ufak bir fikrim yokken hem de; hayata olur olmaz anlamlar yüklerken en narsist yanımla, zamanda seyr-ü sefer ederken hep aynı ziyanla; bilmek ömrümün zindanı...
ağır aksak içini aşağıya boşaltan bir kumsaati ve yukarıda başını kuma gömmüş bir devekuşu tasviri şimdilerde zihnime düşen, öyle bil sen ey sebep! zerre tesir etmeden gelip geçmede güneş, gün başlayıp bitmede, artık kendime bile inandırıcı gelmeyen benliğimle;
hep aynı oyunun
hep aynı tiradla sonlanan boşluğuna alkışlarla yitip gitmede...
insan, zamana karşı durduğunda, isyanları oynadığında ya da sivri ucu kırık bir pergelle 360 derece döndürdüğünde zihnini; fikrini ve zikrini ters düşüren onlarca çembere ait altkümenin etkisiz elemanlarını halı altına süpürmekten geri durmuyor kuşkusuz. olması gereken de bu. çünkü ayağına iliştikçe, gözüne çarptıkça seni rahatsız eden gereksiz şeyleri "yaramazsa at gitsin" dimi. peki.
I wish life had a "delete all spam function" hesaabı.
bir de şu var. ay'ın diğer yüzü. anlıyorsun işte o zaman taşın ne olduğunu, taş taştır. başını yasladığında anlarsın." tamam mı?" diyerek.
ona da peki.
bugünlük bu kadar ders yeter, "çıkışta görüşürüz". yersen.
Butterfly Effect?
Rüzgâr kulağına üfledi ismimizi, tesadüf değildi, basitti. Sen bu yazıyı okurken ya da demin dinlediğin şarkıyla ya da çöp yanındaki kediye selam verirken bile bir seçim yaptın. Kelebek kanatlarını açtı, kapattı. Bir yerlerde bir şeylere sebep oldun. Yalaaan. Değil. Keşke, gerçekten saf emprovize yazılar yazabilsek. di mi, hı?
Mayıs geldi yağmur düştü buhar dündü yook öyle shake it up falan şekerim.
çalar...The Dresden Dolls-Glass Slipper
how many happy endings do you need to change your fucking mind?!...