eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

evvet, görmemişin polonyası olmuş yayınımıza kaldığımız yerden.. iş temposu, öğretmenlik de ne zor zanaatmış; hey bak burayı okuyorsanız ve öğrenciyseniz öğretmenleri sevin, öğretmenleri sayın, kabuklu yemiş fırlatmayın, filan. ya hu onca yıllık öğrencilik hayatımda böyle her akşam ertesi günkü dersi düşünmedim ben. ama gün geçtikçe daha bir öğretmen havalarına giriyorum; gülünecek bir şey varsa söyleyin hep birlikte gülelim. bir de kocaman insanlar bunlar, "arka taraf konuşma, uğultu ordan geliyor" filan da diyemiyorsun ki. ama pek gerek de kalmıyor gerçi, pek hevesli ve çalışkan benim öğrenciler, renkleri öğrenirken mesela green i yeşil kalemle yazıyorlar filan :) kikirik Magda mesela, topluca, 38 yaşında ve evlenmemiş, en önde oturuyor ve kimi zaman kahkahalarıyla, kimi zaman tiz sesten melodileriyle, soru sorduğumda kızarıp titrek sesiyle mahçup cevaplar verişiyle tam da bir love and marriage karakteri olmaya aday. 50 küsür yaşında kocaman bir amca var mesela, anlatamam görmen lazım. hafiften konuşmaya da başladılar ingilizceyi, çok da zekiler maşallah. kızlar çalışkan oğlanlar zeki.


sonra işte yürüyorum mütemadiyen, burada beni polonyalı sanıyorlar renklerimden ötürü. turkish? naturally? blondy? geçen gün ben de buralıymış gibi yapıp, bir yerde oturup gayet relax bir halde -fast food- yerken, çocuğun biri yanıma geldi "are you italian?" diye.
italyalıymış kendi, roma'danmış, içinden. italyan sanmış beni, nereliymişim. ayaküstü konuştuk biraz, are you really turkish? mişim. burada her akşam partiler oluyor bir de, ortam süfer falan yanie. ben parti insanı değilmişim onu anladım, etrafımızda sürekli bir insanlar çemberi, nasıl yapsam da şunu... filan. sevemedim. kendime uygun mekan arayışındayım, jazz veya rock bar olabilir, ama buradakiler daha çok disco disco partizani tadında takıldığından, kendime daha zanaatsal uğraşlar bulmaktayım. geçen bahsettiğim kuşların videosunu çektim, artizliklerini gör diye, bir ara yayınlarım belki, boş vaktim olduğunda filan. haftasonusu için plan yapmak durumundayız, zira havanın düzelmesini beklersek bir yere çıkamayız. gerçi şu güzelim cuma akşamı itibariyle hava daha iyi gibi sanki heralde galiba sanırsam. diz iz a pensıl. e madem böyle sürekli yağmurlu burası, üç adet yağmur şarkısı benden, hedaye. senin yağmurunla benim yağmurum uymuyorsa birbirine, bir üçüncü yağmur buluruz belki? biri klasik, diğeri soru, üçüncüsü cevap kıvamında şarkıların, taş-gedik de denilebilir. istediğiniz borudan başlayabilirsiniz, sınav klasik.
..sonra işte öyle yürürken sokak çalgıcıları, çingeneler zamanı müzikleri, bazen hindistanlı bir dilenci kadın, bazen para isteyen yaşlı bir adam; güneş doğar, güneş batar ama insanlar duymaz bazen..




"birkelebekkonduğuyerdebirmayınolduğunuanlar"


sisyphos aslında en çok; neyi niye ittirdiğini bilmeden, diğerinin sırtına yük bindirerek, bizim cüceler sisyhpos olarak çıkıyor karşıma bazen, sonra aniden kareye giren dünya güzeli bir çocuk, inandırabiliyor beni dünyanın daha güzel bir yer olabileceğine, bazen..



bazen böyle günlerce yürüyebilirim gibi geliyor,

ben, milyonlarca okun gösterdiği milyonlarca yoldan birini seçer ve yürüyebildiğim kadar yürürüm, takatimin son adımı karşılaşmamıza varır ve yolda biriktirdiğim kelimeleri hazmedebileceğinin çok üzerinde bir porsiyondaymışçasına önüne koyarım;
yolların çıkmazlandığı yerde, bambaşma bir kentte, kelimelerin ucunda ateş olan meşaleyi üzerime üzerime savurursan,

"BeN o aTeŞLE sİgArAmI YaKaRıM”
(bir sonat besteliyorum sana, arya besk)


"yüzyıl şilisinden bir dazz javulcusu inliyor tam arlarımda
hiç durmadan kentlimağlup kıyasıya mağrur ve mor
bir çocuğum şimdi pişman olmak için
birbiriylebağlantılıyüzbinlerceyılım vor." (ah muhsin ünlü)


ya da kısaca elbette çabucak geçilmesi gereken bir virajda bunu daha çok küçükken bir filmde görenlere bir mısra-ı berceste gitsin: "hadi iç de çay koyayım."Ha bir de: "-m'ler yarım kafiye"

kafiyelerin en bıçkın yerinden sızarım içeri, kalemimin sapını gülle donatırım vre, gül ağacı değilem, incir ağacı olabilirim ama, gam götürebilirim; kenarları yenmiş tırtıklı bir dut yaprağına konup, savrulmak isteyebilirim dut ağacı boyunca..

ve işte en nihayetinde nerde olursa nol; yağmur yağıyor, yağmuru kim döküyor, harflerden devşirdiğin kuşlar aklıma aklıma konuyor yine;
yağmur hep yağıyor

ve burada böylece ben, paslı küflü bir giriş kapısının üzerinde adını arıyorum şarkımın,

durmadan basıp basıp kaçıyorum bana öğrettiğin o alttan ikinci kapı ziline..

bulutlara nazır yaralı bir arıkuşu. ve güneşli havalarda da uçmak zorunda kalan yağmurkuşu ölçeğinde..



"...Bir kalkabilsem ayağa, yani sabah olunca... Yüzünün tamını hazırla, bütün kuşlar havalanacak. içlerinden 'o' olan kuş mektubumu kapıp kaçacak. Gökyüzünde bir arya 'Arya besk'. Çiçeksiz, renksiz, sessiz betonların arasına düşecek. Diyecek ki; insan hayatta bir kez ölür arkadaşım. Bir kez orgazm olur, bir kez yemek yer, bir kez güler, bir kez ülkesiz kalır, bir kez sadece bir kez aşık olur ve sadece bir kez acı çeker... Dilini konuşmak istiyorsan, seni bekliyorum. yüzümün..."
(umay umay..)
[simurg?]

0 üvercinka: