eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"


"Türbülansı olmayan bir odada sigaramın külünün savruluşundan sana ne?..


Hangi aşk kalıntısı akciğerimize yara olmuş ki birbirimize dudak tiryakisi olduğumuz zamanlarda, şimdi bir derin nefes sigaranın çekilişi can yakıyor?
Bırak gözlerimden görmeyi kendini, soğuk bir uçurum içimde, başında titreyen benim!
Zamanı yoktu ayrılığın, sulu sepkendi… bir zamansa sulusepken -biliyorum değil.
Ben kirli evlerde ağlatan uykularda sayıklıyorken, sen uykunun huzuruna var yenilenmişlikte. Hangi gece birbirimize yakınlaştıracak artık bizi? Şehirlerin şahitliği kabul edilmiyor ayrılıklardan sonra… Dualarımın kalesi düştü, olmak anlamında. Süngümü yedi kat göğe çeviriyorum şimdi ve ben yedi denizin lanetli gemisinde aşkın sadakatiyle çözülecek, yani ki hiç geçmeyecek bir lanetteyim. Kırıp geç bütün testileri, su yoluyduk nasılsa… nasılsa kırılacaktı… haktan olmayan yola elbet haktı bu kırgınlıklar. Bu vurgun yemiş bağlılığımı kıskanmayacak değildi ya yüce? Hangi aşka sahip çıktı, hangi şeytana karşı savundu ki inancımızın yolunu? Alınma! İnancımız dediğime, sen dâhil değilsin…

Korku değil, çekinmek hiç değil yanına yaklaşmayışımın sebebi. Öyle ya, bir cümleyle intihara sürüklenen âşıklar kadar aptalım, aptalım yaşım kadar. Bilmediklerinden korkmayan bir çocuk gibi aptalım ama görmüş geçirmiş bir ihtiyarın gençliğine özendiği kadar da aptal. Sözün gözlerime mil çeker ateş gibi, dilime kilit olur, ayaklarıma pranga. Tutar da çekersin, bukağı çözülmez, sürükler de götürürsün… Aptalım, aptalım yaşım kadar.

Parmak izlerimizin bile seviştiğimi zamanlar geçmiş. Gelecek bugünümüzde teğet geçmemeye özen gösteren iki doğru, oysa bir çember küçük şehir, küçük yakın çevreler… Dahası bir noktayız şimdi, sonsuz sayıda doğru uzanıyor dışarıda, noktadansa bir tek doğru bile geçmiyor
Kalkıp ayağa sarılmak istiyorum sana, herkesin önünde ve sana rağmen -kesinlikle, yaşımdan fazla aptalım ya da ancak yaşım kadar aptalım, gençliğime veriyorum. Yapmıyor, susuyor, gözlerimi kapatıyorum. İçimde düşler kendi halinde salınıyor, bir trenin gittiği, her şeyi beraberinde götürdüğü ayrılıklarda olduğu gibi! Gözlerine bile bakmazken içimde fırtına, içimde ne önemi var!.. Yaratan bais, diriltme beni… ne olur yeniden yaşatma. Yarı açık gözlerimde hayal meyal etrafım, içimde gerçekler patlamak üzere. Saniyeler geçmek bilmiyor… Nefes alıp veriyorum, her zamankinden farkı yok… hiçbir farkı yok, herhangi bir zaman, herhangi birileri… sakin olmalı… telkin halinden sayıklama haline, oradan da hipnoz haline… sessizlik!
Ayın külleri dökülüyor saçlarından, bir yangını ancak başka bir yangının külü söndürebilir, biliyorum. Ateşin suyu söndürdüğünü ne zaman gördün? Dünya üzerine yağan onca yağmur, dindirmedi ateş içindeki hiçbir ruhun acısını. Şimdi ayın küllerini döküyorsun saçlarından üzerime… Rüzgâr yok, sönmeye meylim.
Pastel rengi tırnakların gözlerime değiyor, retinayı paramparça eden ve ışığa duyarlık bırakmayan, renk seçmeme izin vermeyen bir temas bu. Açmayacaktım gözlerimi, başımı çevirmeyecektim senden yana. Sönmeye meyletmiştim, farkında değildi kimse ve şimdi alevlenişime tanık olmayacakken kimse, kendime yanarım ancak! Yine de çevirmeyecektim başımı senden yana. Gözlerim zindanlarda karanlığa alışmıştı, gözlerim esirliğim olmuştu nasılsa. Görmüyorum…
Bu bilinmeyen zamanda gerçekleşen sessiz görüntüsüzlükte neler yaşandığını hatırlamakta güçlük çekiyorum. Sokağın tertemiz havasını içime çekiyordum kendime geldiğimde, parkın hemen yanındaki kaldırımdan yola devam ediyorum.
Sürrealizmin bulaştığı tenimden çekip atıyorum tüm sahtelikleri. Ayaklarım yere basıyor, adım atıyorum, görüyorum ve,
“Geçti… sakinim.” konuşabiliyorum. Ayyaşın biri geçiyor yanımdan, sana bile benzemiyor inan. Öyle bir yokluktayım ki artık, kinimi bile özlüyorum!

Geçip gidiyor zaman, yol devam ediyor… tekrarlar ve ritüeller.

Onu diyorum… türbülansı olmayan bir odada sigaramın külünün savruluşundan sana ne?.."

0 üvercinka: