"bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun,,
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda..
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince.."
"...Yosunlarının dal dal, ağaç ağaç, gövdesine dolandığı çamurlu bir gölün suyu gibi her yanını saran, etine, kanına saldıran bu gürültünün çıkılacak bir yüzü, bir yüzeyi yoktu oysa. Bu ses gölünden, bataklığından kurtulmanın tek yolu, Sazandere'ye gidecek otobüsü bulmak, ona binerek, onun içine sığınarak onun kucağında buradan kopup yola düzülmek olacaktı."
.
.
.
Bilge Karasu
"Gelir dalgın bir cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üfler lambayı.
Uzanır ağladığım yanıma. Danyal yalvaç için. Aşağıda bir kör kadın. Hısım. Sayıklar bir dilde bilmediğim. Göğsünde ağır bir kelebek. İçinde kırık çekmeceler. İçer içki Üzünç Teyze tavanarasında. İşler gergef. İnsancıl okullardan kovgun. Geçer sokaktan bakışsız bir Kedi Kara. Çuvalında yeni ölmüş bir çocuk. Kanatları sığmamış. Bağırır Eskici Dede. Bir korsan gemisi! girmiş körfeze. "
Ece Ayhan
/ Mevsimsel bir sızı ya da bütün 'Yort Savul'lar /
"Erkek kadına tuzaklar kurar. Kadın da o tuzaktan kurtulmaya çalışır. Tango budur!"
.
senin yenemeyeceğin, benim yenemeyeceğim
yenemeyeceğimiz bir uzaklık vardı
bir tek onun yılgısı vardı içimizde
inanmıyordun, inanmıyordum...
inanmıyorduk gidebileceğime
durup durup gitmeliyim dediğin halde gitmemenin
erinci içinde geçirdiklerimizin
uzamasını istediğini bildiğim halde
gitmenden en çok korkan ben olduğum halde
gitmek benim yazgımda varsa inanmak istemesek de
çöle çıkmam gerekiyorsa
ben gitmemek için elimden geleni yaparken
gitmemi düşünüp tedirgin oluyor
bana gitme diyemiyorsan
senden beklediğimi bildiğin halde kendime yenilmem için
bir tek sözünün yeteceğini bildiğin halde
ölüme katlanmaktan başka bir yol bulamıyorsan
ölüm içinde gitmeliyim
seni mutluluktan daha büyük bir yükün
altında bırakmamak için,,,
.
.
.
Bilge.. Ah Bilge..
Hayat bazen; bir kez yakılıp kullanıldıktan sonra kutuya konan kibritler gibi; yanmasa da muhafaza!
*Utanmak, üzülmek ve umutlanmak; bir kılıçlarını, bir kadehlerini tokuşturuyorlar içimde..*
Yönünü şaşırmış, otları sallanmayı bırakmış, biçilmemiş bir çayır nasıl yavaşlayan bir kamyon gibi suların akşamına akıp giderse öyle. Anladın mı?
Aldığım onca duş jeli, sabun, şampuan ve türevlerinin hiç birinin anne evindeki beyaz sabunun verdiği temizlik, huzur ve arınma hissini vermemesi..
Arada bir bir yanım kaçsam diyor uzağa
katsam önüme canımı yorganımı
Arada bir yanım düşsem diyor tuzağa
Geçsem dünyanın derdini
..Ama o öbür yanım
Var ya öbür yanım
Amma öbür yarım
Korkak diğer yarım
Kurtulmak kolay mı kurtulmak kolay mı kendinden
Sıyrılmak kolay mı derdinden..
Arada bir bir yanım
Yıksam diyor şu dağı
Görsem diyor ardını, yarimi yarınımı
Arada bir bir yanım küstüm diyor o yana
Senden dost olur mu
KORKARSAN KAYBETTİN DİYOR..
Ama o öbür yanım
Var ya öbür yanım
Tutsak diğer yanımnım
amman öbür yanım Korkak diğer yarım
ama o öbür yanım var ya diğer yanım var ya öbür yanım, amma diğer yarım...............
kurtulmakkolaymıkendindeeennnnn..
Hayat bazen o kadar uğultulu ve gürültülü ki; çok artı bir ses sistemini kapatmak istiyorum, dünyanın. 7.1 komple surround.
"..dinlerdim telâşlı kanunlardan sarışın türkçeyi nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi ürkek bir çilenti usulca yoklardı bahçeyi nerde tavuskuşları nerde müjgân'ın gençliği nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da.."
"
Sen diye başlasam mürekkebi kurumaz bu masalın biliyorum
Patricia Carli - sans toi je suis seul
..Edward Munch..
"Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş,yaşıyorcasına
Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan
olmalarıyla-
Yıllarca başucumda durdu bu resim; yıllarca
durdu da..
Duyurabildi mi çığlığımı,
insanoğlunun, kıyamet habercilerinin,
taş taşıyıcılarının ve Deccal'in..
Duyurabildi mi..?
Benden öte
Benden ziyade..
Bir şehirle "ilişik kesmek.."
Nelerden mezun oldum sahi ben hayatta; nelerle ilişiğimi kestim, nelerden ikmale kaldım da hiç öğrenemedim şu hayatın öns'özünü; "bütünlemeye" bıraktım ömrümün baharlarını..
Hüzün katsayısı yüksek bir gün bu; bir kağıt parçasına bilançolanmış 5 yılın muhasebesi, sahi hayatın kaçta kaçına denk gelir? "Hayat artık sana ömrüm diyebilir miyim? Çünkü her ne kadar seninle aramda çok fazla anlatım bozukluğu olsa da seni kendime yakın hissediyorum ömrüm. Bak oldu sanki!" Ömrüm ile umrum arasında ters orantılar, ters yönlere kıvılcım saçan bıçaklar hep; ömrüm umrumda değil bazen, bazen umrum ömrümün kaçta katı? Ömür kömüründe çıra gibi, harın korunda köz gibi; ", iğri iğri" ikilemeler hep.
Ömrüm. Al bu acılar senin. Ben acılarla muhatap olmamayı da bilirim ömrüm ama senin yüzünü hep yanlış okuyorlar. Benim yüzümü hep yanlış okuyorlar ömrüm.
Seni hep "hoyrat bir makasla" ke'lime ke'lime böldüm ama; "sen sakın ikileme ömrüm.."
"P a r ç a l a n m ı ş ç o c u k s e s i m; k u r t a r a m a z s ı n k i
b e n i"
"Söyle benim ömrüm bu kente uğradı mı
Sahi ben hiç ömrümü kendime yaşadım mı?" (H.Ergülen)
Gri bir gün bu; -hüzün katsayısı yüksek- bulutlardan kendime bir gitmek yazısı yağıyorum; o şehre -belki de- son defa giderken bir otomobil arkası yazısı: "Sen uyurken gideceğim 90/2"
"o şimdi asker" belli ki; "bu ülke"nin "bıçkın tamlama"larına bekçilik ediyor -biz uyurken-
Bizim de bir "o şimdi asker"imiz var söylemiş miydim; "kardeşin duymaz, eloğlu duyar" türküsüne öznelik ediyor..
"Bir şehri neden sever insan?" diye sormuştu biri zamanında da; kelimeler hemen serilmişti ayaklarına şehrin; "o şehir" den çok gittim de ben "ardımda bırakıp gül çağrısını", asıl şimdi bir şehri bitirip, beyninden vurup gidip; asıl şehre başlarken selamlıyorum "İstanbul Ağrısı"nı..
İstanbul sana "merhaba" demek için yeni iyelik eklerim var, sen sakın elimi bana bulama İstanbul; kelimelerim artık sana emanet..
Kelimeler en "hakiki" uğraşım; "kelimeler kafi", "kelimeler yetse, daha neler neler.."
Böyle dört tarafı denizlerle çevrili kelimeler, böyle dağları denize dik paragraflar, öyle yazları sıcak kışları kurak iklimlere karasalım ki; mevsim normallerinin üstünde hüzne karmış masalım -gökkuşağının yedi renginden alacaklıyım.
O yüzden böyle zamansız mevsim geçişlerim, yaz ortasında üşümelerim, kış yarısında yanmalarım, gömlek değiştirirken, içimden kuşlar göçerken, dönüp dolaşıp -yine- kendime kalışlarım..
Tanrım bana bir üslup. Tanrım beni us'lat.
Tanrım
bana
bir
vuslat..
Bir Gülün Çevresi Dikendir Hardır, Bülbül Har Elinde Ah İle Zardır. Ne Olsa Da Kışın Sonu Bahardır.. Bu Da Gelir Bu Da Geçer Ağlama.
"gemi battı sevgilim. o kumaştan merdivenlerde, o kahverengi fotoğraflarda yitip gitti. bırak bu sefer kainat kazansın. bırak gideyim ben de bir pul gibi baharın arkasında. dedim sana bir yerlerde; "kapanmaz uçurumlarda birbirinin topuklarına çarpan şarkılardık" hiç bilinmedik son notasıyla dudaklarımıza yağan meteorun incecik ıslığı, o iç parçalayan sürtünme...
sana uzun bir mektup yazacağımı mı sandın?
bırak bu yıl sınıfta kalayım. hademenin her sene gri iğrenç bir boyayla sıvadığı çöp tenekesinin yanında bilfiil ayakta, ayışığı gibi ben, tir tir titreyeyim. iki zebani durmadan körebe oynasınlar. kocaman bir haz koçanı gibi derlenip toplanıp çarpsınlar alnıma. sen bugün ağlama, ben geri çekeyim boyunlarına ipler bağladığım kuşları. tıkıldığım o gıcır pırıl kafesi durmadan öpeyim her yerinden. olsun... sen sakın ağlama. sevgilim! benim el aynasıyla yola çıkan kaşifim. hiç görmediğim, hiç giymediğim denizim. gövdemin karyolaya, parmaklarımın bala, gölgemin lunaparklara değip ayrıldığı o kıyısız berbat ömrümün kıpır kıpır gelinciği. üfür çekmecelerinin tozunu, çıkart dil çıkartır gibi kırmızı elbiseni.
ama, sen sakın ağlama bugün.."
Daimiyem her can ermez bu sırra. Eyüp sabır ile gitti mısır'a. Koyun oldum ağladım ardısıra.
Bu da gelir bu da geçer ağlama
birgülünçehresidikendirhardır bülbül har elinde ah ile zardır ah ile zardır ah ile zar...............
Yaşamım boyunca, istisnasız hepsi de budalaca işler yapan dar omuzlu insanlar gördüm ve çoğu türdeşlerini şaşkına çevirip ruhları türlü şekilde baştan çıkarırlardı. Eylemlerine gerekçe olarak "ün"ü gösterirler. Onları görünce herkes gibi gülmek istedim ben de; ama böylesine tuhaf bir öykünme olanaksızdı benim için.
25 yıllık bir yaşamın -birkanadıkırıklığın- özeti olabilir mi bu cümle?:
"Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım."
Ya da Birhan'ın son ithafındaki gibi:
"Dilimde yarım bir hece gibi kalan babamın güzel hatırası için.."
o kadar yoktun ki..
Ben ucu kıvrılı yerlerimden bir defter gibi kapanacağım sana; ellerinle kavrayıp beni, -içimi- açacaksın her yeni dürülüşte, öyle bir canlılıkla tükenmez kale'm olacaksın ki sonra; fethettiğin her yerimden tekrar yazılacağım sana..
Rüyanda sadece balıkları görecek kadar yüzsen. "Bir balığı ne zıplatır suyun dışına?" sorusu kemiksiz on beş dakika içini ele geçirene kadar yüzsen. "Herhalde müthiş bir fikir geldi aklına" cevabını epey mantıklı bulacak hale gelene kadar... Kimselerin olmadığı koylarda tatlı tatlı yüzerken çıkan çıkır çıkır deniz sesini dinleyecek kadar sessiz olmalı ortalık. En fazla bir zargananın burnunun dibinden geçişinden korksan. Sudan çıkınca balıkların renklerinden konuşsan.
Sonra, İş Bankası'ndan emekli olunca kendini küçük teknesine atan Kamil Kaptan en az 30 tane denizkestanesi çıkarmalı dipten. İlk darbeyi o vurmalı, sonra sana geçirmeli "karadikeni". Bugün senin görevin denizkestanesini fazla sıkmadan, kıpırdayan dikenleri avuçlarını gıdıklarken, yumurtaları ayıklayıp ağır ağır, azar azar tabağa koymak olmalı. Zaman diye bir şey kalmamalı onuncudan sonra. Telaş, senin ancak televizyondan bildiğin insanlara ait bir acayiplik olmalı artık. Sen bir denizkestanesi bir başka denizkestanesine sarılmak isteyince ne kadar kederlenebilir, sadece bunu merak etsen.
Domatesler kırmızı suyunu salınca salatanın zeytinyağına "Oh be!" demelisin. Bir tek rakı kadehine doğru tıkırdadığında şükretmelisin. Çipuranın yanaklarının ne kadar etli olduğuna hayret ettiğinde... Teknede kesilen kavunun kokusu deniz kokusuna karışıp da ruhun serinlediğinde... Küçük radyoda aniden Belkıs Özener "Aşkın bahardı..." diye başladığında... Sallanan teknede minik bir uykuya doğru devrildiğinde akşam güneşinde... Uyanıp balıklara bakarak suda ayıldığında... Bata çıka yenen şeftalinin suyu dirseklerine kadar aktığında tekrar denizde balıklarla yıkandığında... Teker teker bunlara işte şükretmelisin.
Akşam güneşi kaybolmadan, benim eflatun saatimde, yıkanmış paklanmış bir balıkçıya oturmalısın sonra. Çok sevdiğinden emin olduğun dostların olmalı, sadece güzel şeylerden bahsetmeliler. Şef garson küçük sürprizler yapmalı, ben diyeyim ıhlamur sosunda sübye yumurtası, sen de sakızlı ahtapot. Hadi bir de parasını almasın, öyle tatlı bir şef garson çünkü. Yaptığı sürprizden mutlu olan cinsten, en sevdiğim.Sonra lokanta masaları arasında dolaşan komik, uykulu çocuklarolmalı. Artık telden çember yapmıyorlar, bir tabancadan bir anda yüzlerce balon çıkarıyor bu çocuklar, bunu görmelisin. Hıza kesmiş her şey. Kafanı kurcalamalı; kayaların, ağaçların ve insanların kenarından arabalarla ve hızla geçtiğimizde ne kadarını görebiliriz ki baktıklarımızın? O kayaların, o ağaçların ve o insanların yanından yürüyerek geçen geçmiş zaman insanlarının kim bilir nasıl çalışıyordu kalbi, bunu düşünmelisin. "Hay aksi!" demelisin, "Bu çağın nasıl bir şiiri olabilir ki?" demelisin. Sonra bir çocuk havaya fışkırttığı balonları tek tek yakalamaya çalışınca, her birini patlatmadan şişeye yerleştirmeye nafile olsa da inatla gayret edince tekrar inanmalısın insanın her çağın marazını yenebilecek kudrette olduğuna. Bir Tanrı varsa muhakkak çocukların çekirdeğinde, böyle şeyler geçmeli aklından.
Sabah olmalı tekrar. Bir ihtiyar çıkmalı ortaya. Bastonuyla iki büklüm deniz kenarında. Birden kocaman bir deniz gözlüğü takmalı. Bastonuyla adım atmalı denize, yürümeli suda, beline kadar. Sonra bastonuna tutuna tutuna bir sokup bir çıkarmalı kafasını suya. Bastonuyla denizde yürüyen ihtiyarın sırtı küçük, esmer bir adacık olarak görülmeli ara ara. Bulduğu denizyıldızlarını hiçbir şey söylemeden genç kadınların masasına bırakmalı.Güneş batarken kendine doğru dönmeli gözlerin. Kendine sövüp sayıptatlı tatlı, sonra kendini affetmelisin. "Nereden baksan" demelisin, "fena insan sayılmam". Yola yine de kendinle devam etmeye karar vermelisin. Ağustosböcekleri gibi ses çıkardıkça içi boşalan, sesi bittiğinde ruhuyla birlikte eti de kabuğunu terk eden birisin sen. Nereden baksan...
Sabah olunca yeniden, bir domates koparsan dalından, biber acı çıksa of of of yansan, salatalığın kokusu eline bulaşsa ve kabuğunu alnına yapıştırsan, peynir sürprizini yapsa, nasıl güzel nasıl... Simit olsa, sıcak olsa namussuz, çok yesen. Böyle işte çay da kendince dünyanın en güzel çayı gibi olsa... İyi bir gün daha geçirsen yani. Yani sadece insanca bir gün daha. İnsana yakışan cinsten bir tek gün daha...İyi olursun. Bahse girerim daha iyi bir insan olursun.
Bir de benim güzel kardeşim, düşünsene, bu memlekette herkese böyle birkaç gün verilse... Böyle birkaç güne şükredebilecek sükûnet ve neşe... Düşünsene arkadaş, ne biçim yaşardık... İnsan gibi, insana yakıştığı gibi. Büyük bir sofrada beraber efkârlanıp sonra hep beraber gülen insanlar gibi... Şimdi bu fikir, bu hayal, senin gözünü doldurmuyor mu benim kardeşim? Benimkileri dolduruyor işte. Bu kadar kolay olmasına ve bu kadar imkânsız...
Gece. Çok gece. Gepgece. Aklıklarını karadan çitilemiş derekenarı kadınları, ekme'karası yetimliğin bölündüğü örümcek bağlamış köprüaltı çığlıkları, dağbaşı yalnızlıklarının kuytulara çekilmiş çobanyıldızı sessizlikleri, "kasaba meyhanesi gibi" mutsuzluklar, eksi(k) yirmibeş derece karaltı karanlığında buz tutmuş ayaklar, gölgede kırk derece güneş bozgununda karayanık enseler, çingene pembesi etekliğin asıldığı tek ayağı aksak sandalyeler, küflü banyolarda bir köşesi kırık paslı aynalar, aynalar, /söyletmen beni!/ pusarık bataklıklar, boyunlara dolanan salıncaklar, anneye koşarken düşülen kuyular, kemiklerinin sayısı gün kadar ömür biçilen açlıklar, kelebek ömürlere dizilen kurşunlar, çığlıklar vebalar ağrılar gözyaşlar acılar acılar acılar düşüyor usuma; ömrümden düşüyor hep bunlar, geri kalanımdan sarkıyor..
Deniz minarelerini yağmalıyor yine hayatın sedef kabukları.. Kalbime y'oklar batıyor, ay sokağı'nda bıçaklanmışım bir buluğ vakti..
"Giderim batı kapısından güneş gibi bu kentin, zaman kıskacı altı köşeli.."
Benim soluğum rüzgarla karışarak kopkoyu gecenin o güzel mavi göğüne fırtınalarla, kasırgalarla düşüp kalkmaya gider. Bir halatta yaralar açmaya, denize çarpan hep acıyan yerlerinde en uzun süreninden; yaralar!
Giderim Omayra;
Üzerime yüreğimden başka bir muska takmadan.. Çehrem. Akdikenli. Acı..
bir de böyle diyormuş ya hu; eskidikçe sezen'liyor insan..
"bi' şiirden, bi' sözden, bi' melodiden, bi' filmden
geçirip güzelleştirmeden can dayanmıyor
yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden
...bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor"
gözlerim acıyor. boğazLARım da. soğuk su içmekten. anlıyor musun?
bence anlama. valla. şimdi anlasan, o anlama yeni anlamlar yükleyecek, anlamları kendine yontacak, o yontmalardan zilyon tane taş atacaksın kendi derinine, benim derinimle ölçüşmeyince sonra.. anlama işte. zigigi.
şey diyorum, ne zaman bitecek şaşkınlığımız? yoruldum diyorum. şarkımın pili pitiyor. dağları denize dik uzandığından belki ama, köylerime elektrik gitmiyor. yani hani yine umut deyince ben: kırılıyor yaz'ın gramofon iğnesi de öyle. çektiğim şınavlar bitti. hep bir hüznüyusuf eğretilemesi, hep mi kelimelerden boncuk dizmece, hep mi yek? düğünler filan var hayatta; "denizin üzerindeki ölü cesetler" diyor biri, "bile bile o denize giriyoruz". fiillerinize dikkat edin, fiillerinizin çatılarını sevmiyorum.
yahu boğazım acıyor, en içyerlerimde bir bant izi kalmış duvar eskizi, onun sağ yanında boyama kitabını taşırmadan boya.. sahi; boyama kitabını taşırmadan boyamış mıdır hiç boyacı çocuk? ya da istanbul niye hep boyacı çocuk, niye hep mendil satan çocuk, niye hep "mendilimde kan sesleri?" içim diyorum; kurtçuğun kelebeğe dönüşmedenki son evresinde, öyle tırtıl gıcıklanmalar yapraküstü.. [taçyapraklarım naylon]
çıkıp eczanelere mi koşsam, koşup takılsam da mı düşsem. ayna söyle bana sen kaç kilo sırsın? ayraç söyle yıllardır kaçıncı sayfadasın? hani alınyazını elinin tersi ile silen tarih? titreyen misinayı görüp de ürken kaç balıkçı tanıdı bu deniz? hem anormal mi, bak: şemal son derece kayık ve nabız da düzensiz.
sevgilim, inanmanı beklemiyorum bu kez. çünkü inadına tornistan, inadına gerçeklik ve gerçekliğe muhtıra! biliyorsun;
insan, haziran'ları ortada bırakmayı bilmeli bazan. temmuz'ları da.
ya da her şey;
"seni sonsuz biçimde buldum o biçimi almıştın
sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın
yürüdü üstüne herkesin neonu, herkesin babaannesi
herkesin en eski olan kökü, en eski hanesi
yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın
ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın
sen bir atmacanın en uzun çığlığısın, her türlü gökte
göğü büyüttün, otobüsleri aldın, şehirleri ufalttın
seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun
çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun
gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
ruhum, ateş yüreğim, kokum birlikte öyle.."
Turgut Uyar
diyebileyim diyeydi birine bir gün..
Oo! Temmuz gelmiş. Ben kalkayım, ocakta ömrüm var. Mutfaklarda yenik yanık baharlarım, tencerelerde kara kuru günlerim var; tutamı tutamına uymayan, acıyı baldıran zehri gibi içtiğim otlarım, kıymık kıymık içime batan dikenlerim var.
her şey ama her şey; bizim mahallenin yokuşundan aşağı doğru inerken; top oynayan çocukların aşağı yuvarlanan topunu yakalayıp, sol ayağınla yokuş yukarı vurabilmen içindi.
Mumları üflüyorum, bir dilim kesiyorum, hayattan..
Trapezdekilerin, yani trapezcilerin bazıları, hem de kısa bir zaman içinde (yani trapezde geçirilmiş kısa bir zaman zarfında) çok korkulası bir ruh durumuna maruz kalırlar.
annemi özledim.özlemi anniyorum.anlıyorum zenit bana ne söylediydi, hatırlanamıyor. kurumlar ve kuramlar beni anneme üzüyor.bende şiir yazabilme kaabiliyeti varmış,öyle söylüyorlar.ne dediğimi bilmemek istiyorum.boş başıma dolaşmak istiyorum.sosyalleşmek istememek gibi bir hak tanınmak istendiriliyorduğum. sahipsizim. sonra sokokta dolaşırken her şeyi rasyonalize etmek durumunda kalıyorum. bazı kediler rasyonalize olmak istemiyorlar.annem rasyonel ne demek,ağlamıyor. kendimi bana bırakmak istiyorum.annemi özlediğim için kızlardan uzak duruyorum. kızlar bana yaklaşmakda zorluk çekiyorlar.köfteci de öyle. o da bana yaklaşmakda zorluk çekiyor.canım akşamları daha çok sıkılıyor.annem daha çok. akşamları hava siyah oluyor.havaya bakıyorum.hava bana bakıyor.bana salık verilecek sevgiliyi doğrudan reddetmek durumundayım.kızlar bana önem vermemek konusunda tutarlılar.köfteci de öyle.o da bana önem vermemek konusunda tutarlı.annemi özleyince,annem yok ya hani,bölece hayati’ye bakıp,hayati’ye bakıyorum işte.yani şey oluyor. hayati benim hayatımda etkili bir yere sahipmiş ben de hani hayati’ye bakıyorum ya, hah, işte hayati’nin yani şey.sonra dışarı bakınca bir küçük irrasyonel kedi görüyorum.kedi bana aç aç bakıyor.ben ona artık annemi özlediğim için konuşmakmak istemediğimi ancak rasyonel anne kedisiyle gidip korkunca istemediğim kitaplar okuyup anlamadığım annelere saygı duyuyorum. ataya saygı hamurumun içinde varmış.benim hamurum orda.annem beni sevip özler. ben de böylece peşinden gidemem.sonra annemi de rasyo…neyse…
Ah Muhsin Ünlü