eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

"kaybetmek varsa ne çıkar..?"


yine şarkılardan mürekkep bir gecenin sabaha varmamakta direndiği hokka tanımaz siyahın, siyahım varsa ne çıkar..? ne girer aslında, gecenin koynuna hangi yılan girer de soluksuz bırakır düş(üş)ünü, neyi nerden, kimi hangi koydan kurtarmayı bekler gemiler; "gemiler kalkar yüreğinden gizlice" , ya da; gemi azıya almak hangi türkünün nakaratına denk gelir bilhassa? "mezarımı kazın bre dostlar, belden aşağıya"..,, sol aşağıya bakıyor virgüller..

bir çırpıda. çarpıcı. ama çabucak bitiren, kibritin ucunu aşağı doğru tut ki hemen yansın geçsin. mütemadiyen baş aşağı bakarlar dünyaya..


"aman ecel canım ecel, üç gün ara ver/ al başımdan bu sevdayı götür yare ver.." bu gece bu hece bu ne'ce..? bu türküye fe na sarmış durumdayım, alkol ve sigarasızlığa lanet, bütün lanetlerin toplamından ortaya karışık bir lanet, lanet..


Çare yok; neyin çaresi, neyin çaresizliğine denk gelir, bu gece sorgulamak yok, bu gece kontrol edilmek ve sessiz telefonlar, bu gece incinmek ve suçlanmak, bu gece suçlamak ve incitmek yok, bu gece sabah yok..


Bu gece birazdan gece olmaktan çıkacak, sen onu dün gece diye çöpe atacaksın ve yarın gece yine "bu gece" kılığına girecek ve zaman diye bir şeyin aslında olmadığını, ahaha salak, sen öyle san! diye kendi kendine kıçınla gülerek, ama sırf senin inandığın bir sahicilik olsun diye inanmaya devam edeceksin ve evet işte zaman tamamen insanlarca uydurulmuş bir kavram ne yani yıllara aylara günlere bölünmeseydi zamanın varlığından sözedilebilecek miydi diye düşünürken sen.. yarın yine bugün olacak ve yaşamsal kaygılara-ki kaygıda kusur etmezsin, bilirim- düşüp, zaman diye bir şey aslında var mı yok mu diye düşünüp, boşa geçirdiğin onca zamana -evet, başka işim yok- yanıp, saate bakacaksın sürekli, "yarına ne kaldı" diye...rek.-cümle bitti, evet-


Ben, -bildiğin ben- ilkokulda parmak kaldırma tereddüdüne, çoğunlukla yenik düşmüşlerdenim,..Ne zamanki tereddüdüme ve çekingenliğime yenik düşerek parmak kaldırmazsam, içimden geçirdiğim cevabın doğru cevapla aynı olduğunu öğrenip içinde ama sadece içinde bir gurur patlaması yaşayanlardanım. Sonraki hüsranlarımın temeli de bu gururun verdiği sahte cesarete dayanır. Ve baykuşlar için talih, tekerrürden ibarettir.. Ben evet, yanına şemsiye almamışsa yağmur yağanlardan, kalın giyinmişse hava güneşlilerden, iki şık arasında kalıp, doğruyu silip yanlışı işaretleyenlerden, denize gitse denizi kuruyanlardan, başına kuş sıçsa milli piyango idaresi yıkılanlardanım, ben bildiğin çöl-baht-bedevi ilişkisi kutup ayısı ve sikmek eylemiyle alakalı olanlardanım, ta-lih tekerrür etmez; onun lügatimdeki yegÂne karşılığı; "makus" tur..


Hatırla! çocukken bir de, -beğenmezsek- ham meyve dişleyip vazgeçebilme özgürlüğümüz, dahası vazgeçme huyumuz vardı. meyvelerin hâlâ canı yok ama bizim hassasiyetlerimiz de bizimle birlikte büyüdü, ve okuduğumuz öykülerin dokunaklılığı. bazılarımız bu yüzden dokunamıyor. dokunamıyorlar.. ve bazılarımız ise, aksine hâlâ çocuk; diş geçirip bırakıyor, meyve/ler acı'larıyla başbaşa kalıyor/.
çocuk kala'bilmişlikleriyle işte en çok bu yüzden gurur duyuyor, en çok bu yüzden kendilerine masallardan pay çıkarıyorlar..


şu cümle bir kelimeyi oluşturacak az sonra, bir cümleden tek bir kelime oluşacak, şıklar: i) burukluk ii) hüzün iii) öfke iv) kırgınlık v) x'e koyiim


henüz dijital değilken dünya; hatta dünya henüz bizim büyümemişliğimizle orantılı bir kirlilik seviyesine ulaşmamışken, temamız fotoğrafın çıkmaması, pozun yanması. 36 içerisinden o pozun yanması, olasılık kanunlarına da küfredilebileceğinin ilk sebeb-i muhteşemidir. ve, ve, ve, okul yolu düz giderken, birden ana avrat düz de gidebilir. çünkü, insansız fotoğraf çekmek israftır o zamanlar, ve kişinin müstakbel entelektüelliğinin temelleri buradan bile anlaşılabilir; şayet dokuz yaşında bir çocuk, elinde çaktırmadan aldığı fotoğraf makinesiyle gökyüzünde gökkuşağı kolluyorsa -henüz romantizmin tanımı bile yapılmamışken- hemen elinden cin ali türevlerini alın ve küçük prens'i hediye edin. beğenmezse bırakır elinden, çünkü çocuktur, ne yapsa yeridir..-her dem yeni- er dem..? o pozun yanması işte bütün mesele.. hani tam da kendine ait kıldığın, başkalarının hiçleştireceğini, değersiz kılacağını bile bile yıktığın onca dağa, yaktığın onca poza yazık ede ede ed ..bi.. le..bile..


allah bilir müstehzi bir sırıtışla öylece izliyorsundur behind the scene. peki mise en scene’e ne dersin?

ne dersin ol? ric’a edeceğim bir şeyler söyle. “ya no quiero estar solo” yeter yeter, öleceksek ölelim. çıplak heykeller yapmalıydık biz.. söz’lerin en acınası hallerinin mümessili söz’cük’lerden. dilin uzanamadığı, el ve kalem birlikteliğiyle ihraç edilen sözcükler. kolları olmamalıydı, kollamak, gözetmek diye bir şey hiç olmadığı gibi hani; o heykeldeki gibi, balmumundan sözcüklerimiz olmalıydı bizim ve bulmacalardaki suratlarına bıyık-sakal çiziktirilmiş şarkıcıların reenkarnasyonlarına bakıp kendini birşeysanan çocuklar olmalıydık yine; ve he..?



tamamen gayriihtiyari esaslara riayetin, ne derece hakîki bir vazife-i insâniye ve ne kadar fıtrî, münâsip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle: les affinités électives sandukadaki inci - neden burnun uzamadı inci? ay karanlık. yeşile yeşile çalar gözlerim. sandukaya kapatılmış bir inci gördüm. birinci gelmişti. cigara üstüne cigara yakar. üstüne biçimsiz/şekilsiz inci (yani barok denilen) örtülmüş, ışıldamakta güçlük çeken ve sönmeye meyilli, gölge’nin ilelebet esiri. çini gibi de incikli boncuklu. çocukkenki tüm oyuncakları ellerine batmış kanar, incelikler yüzünden –ah kimsenin vakti yok’ken durup ince şeyleri anlamaya- incildeki bir tanrıça olmaya özenmiş. boğazda düğümlenen hıçkırık. öyle bir narsistlik için, çok şey bilen ve bunu tevazuya uydurabilen bir ince terbiyeden yoksun, tevazüne desen hiç yanaşmaz. incelik için kendisi çok geç. incizapa müsebbip. ve anlaşılamayacak kertede müstebit. kinci bir cin, ukalâ bir kukla terennümü. belli ki incinmiş, ki bu yüzden mi bilinmez incitmeye varışlı. incesazdan bir saz eseri. çelimsiz bir boncuk. incir ağacından düşen deli. sandukadaki inci. cinaslı uyaklar bütünü. halbuki hiçbir şey, en azından deniz ve mehtap bile kafiye olsun diye değil’dir. - niye uçmuyor inci? - uçar birgün.



şehir içi güzergâhlarda arabeskin misafirperverliğinden bir an olsun kalkamayan iklim tanımaz güneş gözlüklü genç dolmuş şoförünün, üniversite kampüsüne yaptığı seferlerde yabancı pop müzik çalmasındaki sahicilik, benimki..


dolmuşta aynanın hemen yanında ne yazıyor dersiniz, aganta burina burinata. ve çalan şarkı walk on the wild side. evet bu gün velvet underground bir gün olacak. hatta- blue velvet-..insan kadife bir hatıradan başka nedir ki? hatalıysam ara..mızda kalsın.

bir de; geceye istinaden;


"Aşk bekler. Aşk, iki ten arasında yamyassı, soluksuz ama diri kalır. Kentlerin sınırlarının sıkışmış aşk biçimlerinden oluştuğu, tüm hudutsuzluk düşlerinin aşkın kurduğu barikatlarla yıkıldığı doğrulanır; aşkın biçimi olmadığını bilenleri, bildiğini sananları o uzayan, kaskatı gövdesini göstere göstere gezindiği kaldırımlarda, sonu gelmeyen labirentlere dönüştürdüğü kilitli kentlerde yanıltır; işte orada biter kenti kent yapan her şey ve başlar kumullar, ardı arkası kesilmeyen kumul dizileri, çöl olur, kent çöl olur, gerçek bir çöldekinden farklı sahte bedevileriyle azapta bir çöl.."


2 üvercinka:

merhaba,
elif şafakla ilgili birşey ararken senin blogunu gördüm ve okudum..
hatta biçok yazını okudum ve çok sevdim. son derece yoğun ve girişte bahsettiğin yazarlardan oldukça etkilenmiş..
özellikle de
kimbilirhangiacıdankalmışsigaraizmariti kısmı bana bir yerden tanıdık geldi...

isabanafazladanbirdolarınızoldugunusöyledi ;)

neyse keyifle ve merakla başka yzılarını beklicem.. keza takip ettiğim yazarlar listesine aldım seni :)

merhaba, ya da hoşgeldin demeliyim sanırım..;)

evet etkileşim kaçınılmaz, sevdiğim yazarların izleri görülüyor yazdıklarımda, özellikle küçük iskender üslubu sarmaşık gibi deniz sarıldığım yılan gibi düştüğüm duyduğum doyduğum onca şeye ayna gibi sır gibi..


ve fakat "kimbilirhangiacıdankalmışsigaraizmariti" nerden tanıdık geldi acaba, o herhangi bir yerden alınmış değil, ama tarz olarak olabilir evet, bitişik yazmak vurgu çeşitlemesine bir örnektir, elif şafak'ta da var sanırım bu kullanım..

neyse tekrar hoşgeldin, takip ediliyor olmak konusunda düşüneceğim biraz..:)