eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"




Mavi şehir'deyim hâlâ. Ama "yine yol göründü gurbete". Şimdi
"ben nereye gitsem yalnızlığımın başkenti orası" lirizmi yapardım ama hiç havamda değilim. Yüzeyden yaşıyorum bu ara hayatı. -bu arada hayatı yaşamak da ne pis bi kelimeymiş- cup cup cup... böyle sezdirmeden, çaktırmadan sanki, diptekileri fazla deşmeden.. derinlik sarhoşluğundandır belki. mavi-yeşil arasıyım yani, alg kıvamında. uzun metraj rol kesen bi sırıtış yerleşmiş dudağıma, gören de sevgi kelebeği sanıcak. olsun, -mış gibi yapmalara alışkın deli gönül.. ben bu yaz kendimle uzlaşmak mı istiyorum ne..?



Yaz süregitmekte. yaz yaz yaz.. nereye kadar? sonrası ne bunun? hayır isyan tripleri değil, anlamını yitiren onca şeyden sonra anlam aramak da değil niyetim ama yani sorgusuz sualsizim bu ara, ondan belki soru işaretlerine tüneyişim.

kelimatör diye bi oyun var şurda, ona sardırdım fena:




Annemin sardunyaları, evin önüne yeni yapılan çocuk parkı, odamın camından görünen yol hikayeleri, ışık oyunları, vs beni evcilleştirdi iyice.

Bi' de çapraşık bi sürü şey işte, birbirine dolanan, içiçe geçen bi sürü halka. üstelik büyüyüp küçülüyorlar, birbirlerinin içinden geçerken kayboluyolar falan beynimde. araftayım yine. kaoslar, ikilemler nolucakhalim'ler, bu yol nereye gider'ler, yol biyere gitmez'ler, vs...


insomnia ile uğraşmaktayım bi kaç gecedir. no sleep no cry! zerre uyku yok. sessizliğin sesini dinlemekle meşgulüm geceleri. gerçi çok da sessiz değiller ya neyse.(bilinçakışı volume8.)

Ses ne kadarını anlatabilir ki bir insanın: görmeden, dokunamadan, ansızın kapatarak avcunu, bi' kelebeği orda hapsetmek gibi bir şey olmalı. o kelebeğin kanatlarındaki benekler kadar kırmızıyım en az, bu şehrin gözbebekleri kadar mavi.. böylesine renksizken hem de. kızıl döngü işte. ve ben, bu yangın yerinde çatıya kaçacak gücü bile kalmamış bi' kötürüm gibi, tekerlekli sandalyemde havanın her zaman olduğundan daha çabuk ve daha fazla kararmasını bekliyorum.


Böyle böyle şeyler işte...


Olsun, kurt'arıcım bana uçan balon aldı dün akşam, pamuk şeker bile aldı, ama uçan balonu elimden kaçırdım ben:( olsun dedik, sonsuzluğa gider belki, bunun da bi anlamı olmalı. sonra o hemen fiziksel açıklamasını yaptı: şimdi o belli bi yere kadar uçacak, içindeki x gazı atmosfere karışıcak, belli bi yerden sonra basınca dayanamiycak ve boomm! rengahenkti bi de, oysa ben onu odamın başköşesinde ağırlayacaktım, bühü.



denizle k'ankardeş olduk bugünlerde, gayet uslu, durgun ve sıcak kendileri. bi'de yosunlar ve denizanaları yüzünden gül-diken kombinasyonları yaptırmasa bana, tam süper olucaktı.. olsun, güz'el yine de..


ama bi süre görüşemiycez maviyle, çünkü yine Bursa yolları göründü bana, yazokulu zımbırtısı işte. yazokulu bahane, firar şahane..

bugün biri bana dedi ki; "şarkıların saçları yok, okşayamazsın.."


ben de en kırmızı şarkının orta yerinde parmaklarımla t'aradım rengimi, ebruli oldu her yer; biraz gerçek, biraz rüya...


"Ben başaramıyorum kırmızı. Hatırlamak dışında bir mucizem yok. Bir şeye inandım. Bir şeye ve sadece bir kere ağlayarak dans ettim.Oysa hayata bağlanmak için ayağa kalkmıştım..."(Umay Umay)


2 üvercinka:

blogunu eleştirmiycem bak bu sefer :)
niye şu şöyle bu böyle diyeee :P

yazıyla ilgili de yorumum yoktur, sabah sabah zorlamamam gerek kendimi.

geçerken uğradım, selam veriyim dedim o kadar :D

iyi pazarlaaarr ;)

Bu yorum yazar tarafından silindi.