eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"



..sonra içinde bir tren raydan çıkar, hiçbir mektup hiçbir zarfa yakışmaz, adresler denize çıkmaz hiç; kara: bir istiridye kabuğunun okyanusa tutsak, bir martı kanadının fotoğraflara tutkal eskizleri sonra; yine ve hep..




beşinci senfoninin tahtada tırnakla çalınması oluverir hayatın; ıslak ve kaygan zeminlerde, düşeyaza bahar gelir sonra, ar gider; bach kalır, içinin yokuşlarında bir çocuk yuvarlanır bisikletinden, bahar; ilk ve son'un arasında; orta yerde kahır-bahar: enine ve dümdüz, çizgili yeknesaklıklarıyla herkes ve herşey dallanır budaklanır içinde, çiçeklenir daha da kötüsü..




gecenin en kör vakti iç'te bir şey; tut tutabilirsen. eline değen kırmızısında hayat mı var yoksa arafta bir soluklanma tuzağına düşen hiçlik mi? kim bilebilir, kendine ettiğin kötülüğün kaç bucak olduğunu.. neyle bedellenip yüzüne tokat gibi çarptığını.. insan; her kertede, hangi cetvelle ölçerse içinin rakımını, deniz seviyesinden uzaklığı hangi mavinin tual tanımaz bulanıklığına ulanır, bozbulanık olur nihayetinde; tüm bunlara kendini nasıl katar da başka renklere kulaç atar sonra,.?





sonra gecenin içinden bir siren sesi geçer; gecenin içinden bir ambulans çığlığı, ve gecenin kıyısından köşesinden bir can gider; arkan hayata dönüktür ve bir miktar kan akar. ah kan! biz bu filmi daha önce de görmüştük, biz daha önce de aramıştık başkasının mendilinde gözyaşımızı.. ve illa ki paslı bir testerenin iç gıcırtadan sesi geçer gecenin tam ortasından, sancısı düşe kalır..





alkol kokusunun tüm bir çocukluğa bedel boş kadehlerini çiğner gibi ağzında, yanağının içini keser gibi sözler, birileri şarkılar söyler. kıpırdamazsın yerinden, ama göğsünde bir eşkıyanın kör bıçağı bileğinden geçer. dağ başı ıssızlıklarının duman kutbudur bu; iz sürsen kayıp, yol bulsan ziyan olursun.. içindeki şarkıların kemikleri sızlar, içindeki şiirlerin ruhu duymaz..





sonra bir bakarsın; birinin içinde unuttuğu makas deşer durur içinin yerini göğünü, amel-i-yat sonrası eldivenlerini çıkarıp, masaya bırakmıştır çoktan; safra kesende bir yerde kırpıp kırpıp yıldız yaparsın o makasla içinde kalan kalmayan, acıtan sancıtan ne varsa.. dikiş izleri görünmez, narkoz kokusu duyulmaz, yalnızca eliyle sus! diyen bir hemşire fotoğrafı kalır gözlerine; sus ki yerde kalmasın kanın; serde..





pencerelerden silktiğin tüm kelimelerin altında kan vardır elbet; ömrüne bir kafiye ararken sen; bu kaçıncı kaybın kaçıncı kaçışıdır hiç bilemeden, tüm mısralar yaralarının üzerinden geçer ve sen bir devrik şiir olursun sonra, o soğuk "che"lik tadına varmadan henüz, tüm sözcüklerini asarlar ağaç dallarına, tabi ki uçurtmayı vuranlardan, illa ki atları da vuranlardan arak bir keskin nişan yanılsamasıyla..:
"ayağı kırık bir at var kalbimde; kim vuracak..?"






sonra gecenin içinden arabalar geçer, vazgeçtiğin hayatlardan yaptığın arabalar; virajı alırken o'nun sokağından geçen.. umudu bıçakla sıyrılmış yolların kesiştiği huzursuzluk evrelerinde: Tek yakıt: dikiz aynasından görünen bir suret masalı.. o da garez, o da itiraz ve bir hayalin kemik kırıkları: "içimdeki kör adamı kim karşıya geçirecek..?"

sonra sonra sonra..

sonra diye bir şey aslında belki de hiç yoktur. tarih dışıdır sonra...

0 üvercinka: