Bir sürü bir sürü yorgun ve yoğun ve yorucu günlerden sonra gövdemin sandalyemle bütünleşmesi şerefine kaldırdığım kahve kupamın mor benekleri gibiyim sevgili küllük, yer yer parçalı umutlu.. Önce İstanbul, sonra Tekirdağ, sonra Bursa sonra Uludağ ve sonunda döndüğümde taşını toprağını öptüğüm odama ve buradaki bana ait olan her şeye kavuşma esrikliğinden sonra, sahiplenme gibi ilkel güdülerin içimize ektiği nifak tohumları, esiriniz olmıycam diye hırslanıyorum, kapitalizme saydırıyorum azıcık, devrim yapmaya karar veriyorum. Devrim dışıyım, tüm yaşamsal zorunluluklara ve bir şeyler yapma hırsını kanırtırcasına benden çıkaran aksilikler tanrıçası'na buradan en el değmemiş beddua, küfür ve bilumum hakaretlerimi yolluyor, sıradaki en arabesk şarkıyı kendisine armağan ediyor, el filan sallıyorum hatta.. Zira kendisi Uludağ'daki 4 günlük aiesec kongresinde dÂhi, maximum performansla çalışmaktan geri durmayıp beni ihya ettiler.. İlk gün herkes dakkasında misler gibi odalarına yerleşirken benim yerimin ayarlanmasında çıkan karışıklıktan, eğitimler sırasında uygulanan prosedürlerdeki kargaşanın en önce beni bulmasına, beş yıldızlı otelde sadece benim odamda sıcak su olmamasına, yemek kuyruğunda örneğin bana sıra gelince mantının bitmesine, dağıtılan kalemlerden sadece benimkinin yazmamasına kadar, ve en önemlisi ertesi sabahki ales sınavına giriş kartımın gelmemesi konusunda bana yaşattığı panik hususunda bana (havada) parende attırıp, gözlerimi kıstırıp, kaşlarımı çattırıp hop oturup hop kaldırıp yine beni çığrımdan çıkartmayı başardılar. (şanslısın mı dedi biri?)
oh dear, biz sizi arkanızdan bıçaklamayı çok iyi biliriz de, kendimize kıydığımız kadar kıyamıyoruz size. (bkz: aşk dolu sözler, sevgi dolu sözler, özlem dolu sözler) ama çok sürmeyecek, mükemmel bir cinayet planlıyoruz, there will be blood! drrraaaainaage, drraaaiinaaage eli! i drink your milkshake! i drink it up! where is your lord eli?!! bizi siz çıldırttınız, bizi siz çıldırttınız, bizi siz çıldırttınız!!!
Herşey bilgisayar dünyasının o matrix koridorlarında (what's up?) böylesine işlemekteyken bana gelince pas tutuveriyor ve "dar alanda kısa paslaşmalar" hissiyatlarına gark oluyorum, daralıyorum, paslanıyorum. Neredeyse her şeyi üç boyutlu yaşadığımız bu teknoloji yüzünden oluyor zaten ne oluyorsa. Teknoloji olmasaydı mesafe diye bir şeyin varlığını bu kadar hissediyor olmazdık, kim uydurmuş dünya küçüldü yalanını, küçüldü de bize mi küçüldü, al işte çapı aynı, hala büsbüyük, içinde kayboluyorum, tam bir nokta kadarım, doğru çizicem diye helak oldum, köprülerden geçtim, sular aştım dağlar geçtim sürekli bad command or file name, kodlar hatalı, düzenekler hatalı, normal şartlar altında hiçbir şey doğru düzgün işlemiyor, beni siz sayısallaştırdınız, beni siz mekanikleştirdiniz! [gucurt]
2046 no’lu odada kendi kendine konuşarak çıldıran kadın. o benim. yani keşke ben olsaydım, aynı o kadının babası gibi babam beni sana vermeyeydi de ondan çıldırsaydım hahaha, ama yok ben başka türlü çıldırdım. alo? evet buyrun ben 2046 no’lu odada kendi kendine konuşarak çıldıran kadın. efendim? yok beyfendi ben sizi ne arıycam, beni siz çaldırttınız! ahahahoho..off.
şimdi bu derece bahtsız bedevi olmam konusunda çeşitli ihtimaller sözkonusu, muhtemelen sınanıyorum ve ne kadar dayanabileceğim konusunda laboratuar ortamında fiber optik kameralarla izleniyor bile olabilirim, gözüne ışık tutulan tavşan ya da her defasında onlarca yol deneyip peyniri bulamayan fare gibiyim, ve birilerinin bana bir yerlerden kıskıs güldüğünü duyar gibiyim. uyar gibiyim. farkında gibiyim. el yordamıyla, sezgiyle..
ya: her şeyi en ince ayrıntısıyla, en derin, en görünmezine kadar biliyorum. [keskin sezgiler company]
ya da: saçma sapan, hiç kafa yorulmayacak şeylerle kendimi yorarak, böyle sanki siyah ekran üstünde akıp giden yüzlerce yeşil kod görür gibi, ordan burdan bulduğum manasız parçaları birleştirerek, feci yanılgılara düşüyorum. [game theory]
sonuç: hangi durum geçerli olursa olsun, hiçbir şey yapmıyorum. [çokomel kağıdının tersinden kesilen yıldızlı beş pekiyi]
sonuç: son uç. atlamak için son şans, bir-ki-üç diyince atlıyoruz haydi hop! [atlamayanları arkadan ittirme garantisi]bağır: bağırıyorum! anne ben john nash oldum! [julius robert oppenheimer gibi kahırlara boğan bir mutsuzluğun mucidi olmak korkusu, lütfen tüm bunlar oyun olmasın, olmasın, olmasın]
bağır: bağrım n’inci dereceden yanık, bilinmeyenim çoktur, hangisine yanayım..
gibi bişeyler..
yurtdışı ihtimalim kesinleşmekle birlikte, gideceğim yer ve kalacağım süre konusundaki belirsiz sis bulutu ve dahi bilumum "purplehaze" ihtimaller denizinde boğulmaktayken, "auov süfermiş, nereye gidiyosun" insanlarına alnında "eaıhm bilmem daha belli değil" yazılı smiley gönderiyorum, pembe kurdelalı.. evet onca vazgeçme eğiliminden, kayıp kayıp düşememeklerden, boşlukta asılı kalmaklardan, altı çizili ve de bold neolucakhalimler den, neyapsanolmuyorlar dan, kırım kırım kırılmaklardan, ölüm ölüm gülümsemeklerden sonra, inanacak tutunacak yaşamayı tekrar deneyecek yeni bir umudun pençesindeyim, bakalım.. biri şöyle buyurdu bu hususta: 'kendinden daha kötü durumda olanları, kendinden daha yalnız olanları, kendine kattığın acınası durumunundan daha acınası durumda olacağına emin olduğun insanların bulunduğu yere, bu yüzden gidiyor olmayasın..?'
'kabul görülebilirliğin yok oluşlukla arttığı bir yer hep olduğunu çok zaman sonra farkedip, söylediklerine bu nedeni de eklemiştim gerçi, ...'
hmm dedim, sustum..

0 üvercinka:
Yorum Gönder