eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

finaller bitti tez bitti


tüy hafifliğindeyim
aşk bitti dilimde tüy bitti

tüymem lazım derelerden

günlerden tepelerden aşağı

aşk hiç biter mi..


normal şartlar altında tüm bu sırtımdan kalkan yüklerin verdiği rahatlıkla benim hoptirinaynom modunda rayımdan çıkmam, ipimi koparmam, bulut olup yağmurlarla toprağa inmem, sularla birlikte toprağa yürümem, toprakta bir çiçek olmam lazım, sonra çiçeğin özüne bir arı konması lazım ve belki o arı olmam lazım..--başını alıp, öyle kaçak, öyle eşkiya nerelere gittin..--

ve fakat iyi değilim yine de, benim nÂçiz vücudum elbet hala toprak olmadı ama içimin dağları denize hep dik, --boynum dik sevgilim-- içimdeki ölçeksiz haritada koyu renkle gösterilen yerlerin yükseltisi daha fazla, içimdeki akarsular denizlere küs, içimdeki deltaların rengi küf(ran?), içimin coğrafyası sergüzeşt anlayacağın, içimden şehirler geçmiyor hayır, içim geçiyor zehirlerarası yolculuklardan, ben içime aktığımla kalıyorum.. yanisi o ki; hiçbir denkliğe kendini tartamamış; hep bir fazla bir eksiklere kendini kanalize etmiş ruhum, artık bırak yönünü sapağını şaşırmayı, bırak araflarda gezinmeyi, kendini atacak köprülerden bile medet ummuyor artık, mıknatıssız bir pusula olarak..


huzur denilen şey; hayatla kurduğu ilişki defol'u olanlarda geri iade edilmeyen, evet "geri iade etmek" kabilinden bir müşteri memnuniyetsizliğine şikayet kutusu olmaktan çıktığı zaman belki, huzur içinde ölünecek, başaşağı hüzünlerin --ki en çok yapışandır bize?-- kendini kuyulara sarkıttığı dolunaylardan geçilecek, damar damar dirençsizliğin nabzını tuttuğu rüyalardan düşülecek, köhnelerden kuytulardan kerbelalardan bıçak bıçak yusuflardan, zindan zindan züleyhalardan ruha pay biçilecek, işte o zaman belki hikayeler hakikaten nihayetlere erdirilecek..


"..kim düştü kuyuya, yusuf mu, züleyha mı? zindan kimin kaderi, yusuf'un mu, yoksa züleyha'nın mı? yusuf ve züleyha yok aslında. hepsi bir, hepsi 0 bir, hepsi tek bir.."


ben, yanılmışım çoğu kez, "inanç bozukluğu" nerelerden, hangi sulardan kendini akıtır da şelale yazgısına çağıltırsa kendini, işte oralardan yan(ı)lış ve yaradılış efsanelerini kendime bezeyerek, "işte tam da böyle olmalı"nın "belki" çeşnili avuntusuna doğramışım içimde kalan, hala kalan, hep kalan yalan yanlışları ama işte hisleri histeri hileleri kendime benzetmişim.. yanılmışım güvenirken. güvendiğim için değil, eksik sevdiğim, sevmeyi bilmediğim, sevginin kıyısında yaşayan çakıl "onlar"ı denizin parçası sayıp, belki sevgiden fazlasını gösterdiğim, sevgiyi onlara da sıçrattığım için yanılmışım. bunu düşünürken bile yanlışlığa boğulmuşum, ince hesaba kaçtığım için; ah, incelikler yüzünden..


yanılmayan, yanılmamışlığa düşen var mı ki düşeyaza düşmemiş gibi yapmayan var mı ki ayaza vurup gölgesini gölgesine basmayan var mı ki.. hem ne kadarına paye verir ki hayat tüm bunların, hayat; tüm yalan yanlış genellemelerin toplamı değil mi ki hayat, çizgili yeknesaklıkların karboğazlarından darbeyazlarından mürekkep bir ara-f-renk değil mi ki; tüm bunlar hayatın ve dünyanın umrunda mı ki her yerde bunca acı varken bunca acı..--sevgim acıyor..--

aslında hikaye yüzleryıllık; edinememişliği ızdırap ve geri-çekilmeye dönüştürenlerin, ya da hikayesizliğini başkalarının hikayelerinin aktarıcısı olarak bastıranların, ya da koza örmeyi -korumak, sahip olduğunu korumak, geçmişini, benliğini, girdabını, fırtınanı, gök'ünü, yağmurunu korumak- duvar örmekle karıştıranların..


böyle böyle anlatmakla bitiremeyenlerin, anlattıkça bitenlerin, bittikçe anlayamayanların yol yol hikayesi..


ama işte kimi zaman, yine de, ama işte "herşeye rağmen" tam karşında, farlarını gayet uzuna almış, acı bir korna çalarak gelen, telaşlı sürücü geliyor, ölmeye yakınlığın ani bir manevra sonucu kavranması, ölmeye yatkınlığın müebbet cezalı sorusu.. yol bu, anlatmakla biter mi h'iç. . .

3 üvercinka:

napyon?

bira ve kahve..

gecenin üçbuçuğu olduğunu düşün;

sert bir poyrazın
masum meşe ağaçlarının kederli dallarını
durmadan silkeleyerek
kopardığı yaprakları
lambaların zar zor aydınlattığı caddeye
önce buruşturup attığını
ardından da
düşüncesizce
dört bir yana dağıttığını düşün...

ağlayan sokak kedilerini düşün
park etmiş arabaların altında

sonra
bir elinde sigara
diğerinde dibi yaklaşmış bir
bira şişesi
çoktan kapanmış
bir taksi durağının pencere pervazına oturmuş
seni düşünerek azalmakta olan
BİRİNİ düşün...

sonra bir migren baş ağrısı,hastane sedyesi,serum şişesi,tüm alacakları silen bir ölüm çizgisi düşün..
sonra....

ve sonra
git;
nereye ve
kime istersen,elinde bira şişesi,cebinde naylondan bi kahve ama şekeri hiç bizaman 3 üyle bi arada olmayacak kadar az ve isyankar....