eflatun sufleler...

"bunları yazmakla, çıldırmaktan kurtulunur mu..?"

kokusunu çoktan unuttuğun mandalsız bir zaman diliminde, çamaşır ipine asılı güzeldi'li geçmiş
zamanları savuruyorken rüzgara; pamuk ipliğine bağlı gelecek kaygılarının hükmünde, değneğin tam orta yerinde duran "şimdi"yi ıskalıyorsan umarsız; hikaye başlamıştır.

hikaye; annenin mezopotamya'da bir nil nehri'ni sulayıp durmasıdır gözbebeklerinde. babanın, her zaman olduğu gibi kör koridorlarda alkol kokusu, sessiz bir gölge sureti olmasıdır kapı eşiklerinde, dikenli bir kilit sesi. o içeri girdiğinde, sen artık hep dışarıdasın.

hikaye; istenmeyen komşu kadınların bacaklarındaki varislerde, göğsündeki kırmızı kurdelanın parçalanmasındaki anlamsızlıkta büyür.

kaygan bir zeminde tutunacak bir şey bulamıyorken, ve zaten çoktan öğrenmişken yere düştüğünde önce gülüşlerinin kanadığını; yaşam umarsızca bir sallanmadır, kulpsuz.
hayat seni herhangi bir tren istasyonundaki herhangi biri yapmaya çalışıyorken; sen, artık bir peron öpüşmesini uzatıyor olursun; mavi.

hikaye; çekip gidememe ikiyüzlülüğünün yeniden üretimidir, halkanın zincirden kopması, sonra yeniden eklenmesi sahte bir tanrıya duaların..

başka türlüsü, diyememektir, çokça.

göğsündeki izbe meyhanede kaç taşralı memur ölüyorsa her akşam, o kadar hikaye küflenir şarkılarda.., -bir yangının külü de-

bir afrika ezgisinin ateşine çıra olsun diye kanırttığımız yüreğin cılız kemikleridir hikaye; bir parça ekmeğin hatrına güttüğü kandır.

besleme kızın kapıcıyla yapılan düğünündeki fosforlu neşedir hikaye; limonata ve kuru pasta.

hikaye; kanatlarını kıran yazgıya her güz başı martılar uçurmak ve her ikindi patiskadan kanatlar biçmektir kendine..

hikaye budur; sürgün de..

ah, ka(hı)rla karışık günlerden sonra mutluluk gibi birşeyler de oluyor bazen -çok kısa küçücük ara sıra bazı bazı-


çoğu zaman külfet gibi algılanan, ille de yapılagelen okul/şirket yılbaşı çekilişlerinde "kesin bana gereksiz bi'şi" gelir, diye beklerken, bu sene "cemal süreya-sevda sözleri" nin gelmiş olması, üstelik içinde şirkette çalışan ince ruhlu arkadaş tarafından cemal sü'reya'vari bir not düşülmüş olması, olalala! şaka gibi.. hayır kitabı daha önce alamayıp da şimdi hazine bulmuş gibi olmamdan değil sevincim, hayatın böyle sürprizler de yapabiliyor olduğunu -hala- görme sevincisi..olala!

sonra bi'kaç güzel bi'şey daha işte, güzel insanlar, güzel sözler(sevda sözleri?), güzel umutlar, güzel bi'yerler, saçlar, montlar, botlar, karlar kışlar soğuklar -paramparça aşklar ve-köpekler, sigaralar, gülüşler, umutlar, ve de güççük mutteşem bir "ev" prototipi. budur!:

(orman ne güzel, ne güzel melodisi eşliğinde)
kemerburgaz dönüşü onca soğuğa, kara, yorgunluğa ama yine de bir sürü güzelliğe rağmen dönüşte hızımı alamayıp, kendime bir poşet dolusu cips, çikolata, ve de elma şekeri! almam, diğer poşetinse zaten aşırı dozda mut içeriyor olması(bkz: sevda sözleri) itibariyle iki poşet dolusu mutlulukla döndüm eve bu akşam, uzun zamandır yapmıyordum bunu;


onca soğuğa, kara, yorgunluğa rağmen..


*sahi ben en çok nesiyim, kimin..?
*ve istanbul bazıları için hala, ne..?


dokunulunca irkilen,
eşyaların arasına doğru hızla ilerleyen,
kaçışan, saklanacak delik arayan böceklere
benziyor sözcüklerim bu ara; bir şeylere
'dönüşüm'ler
belki bi' gün; kim bilir..

Yorgundum


dağlardan

b eterdim..


"bir gün," demiştin bana, "günbatımını tam kırk dört kez
izledim!" sonra da, "biliyor musun," diye ekledin. "insan
günbatımını çok üzgün olduğunda seviyor." "o sırada çok
üzgün müydün?" diye sorduydum.. "hani şu kırk dört
günbatımı izlediğinde?"
ama küçük prens hiçbir şey
söylemedi bu soruma karşılık..


tamam tamam, geçti bile, tipik ikizler burcu karakteristiği belirtileri, siyahtan beyaza, kırmızıya, mora, maviye kesti yine etraf.. bursa hÂla güzel hem, hadi tokuşturalım kesik bileklerimizi..




cheers!



benim adım ebrulii, biraz gerçek biraz rüya, yalanını sevsinler, yalansız dönmüyor dünya, trilaylaylii..




ağlayamayarak, uyuyamayarak, kusamayarak, dokunamayarak, susarak, kanırtarak, dayanamayarak, anlayamayarak, bilerek bilmeyerek istemeyerek, istemeyerek..


sabaha varamayacağım lanetlikte bir gece daha, olabildiğince zifiri, olabildiğince zift, olabildiğince asfalt yine..

"ah hayat, benden kaçırdığın ellerini hangi ceplerinde saklıyorsun..?"


hani tüm bu herşeyin boktanlığına değil öfkem, bokun da kendine has bi' duruşu vardır ama bu şey.. bu kıvamsızlık, bu renksizlik, bu hissizlik, bu tutarsızlık, bu hiçbirşeysizlik, bu ne yaparsan yap, olmuyor bazenlik bu çılgınlık bu insanlar bu atmosfer bu hava boşluğu bu türbülanslar..


tanrım.. nasıl dayanmalı buna bir duan yok mu..


"midem bulanıyor, galiba dünya tuttu.."

olmaz ki kursağımda kalmasa, hiç olmaz.