Ve bir şenlik curcunasının daha sonuna gelmiş bulunuyoruz-curcuna da ne pis bi kelimeymiş-
6 gündür dımtıs dımtıs nedir yani...yok yok öğrenci şenliği falan değil bu, halk panayırı resmen. 14-15 yaş ergen gothic özentilerinden tut da, evden nevalesini hazırlayıp piknik modunda menopoz teyzelere kadar ipini koparanın gelmiş olması, bilumum keko, kıro, dallama ve türevlerinin bastırılmış cinsel açlıklarının psiko-nevrotik dışavurumları yeni yeni anne rahmine dönme sendromları yarattı bünyede en freudçu yaklaşımla... neyse dedik görmezden gelmeye çalıştık "o da istemez öyle olsun"culuk oynadık, boşverdik biz de...
ilk akşam manga-vega konseri fena değildi, vega'nın bi' an önce konseri bitirme çabası, -deniz'in artık kalıplarına sığamaması, bendini çiğneyip aşmasına dur denilmeli artık, çok ayrı bi konu- manga'nın beklediğimden iyi sahne performansı, özellikle du hast'ı söylerken verdiği ara gazıyla coşturması takdire şayandı. bir de "kal yanımda" tabi...
2. akşam hayko'nun kendine aşırı güveni, bir anathemacılık, bi metallicalık tavırlar, kal getirdi falan yani-öeeh- ama kargo ve tabi ki koray candemir iyiydi gerçekten, ilk defa canlı performansını izledim koray'ın, yani performansından çok kendini, öhöm... ama bir de "aşk" ı söyleseydi tam süpper olurdu... neyse varlığı yeter zat-ı muhteremin..
3.akşam şebo'nun gothik özentisi liseli genç ağırlıklı kalabalığına rağmen her zamanki gibi göz ve kulakalıcı sesiyle kendimize geldik, kendimizden gittik, med-cezir olduk, okyanus olduk, o sularda yüzdük sonunda boğulmak olsa da.. yaptık bunu evet..
4.akşam erkan oğur-ismail hakkı demircioğlu'nun muhteşem sesi ve bağlamasıyla ruh tazeledik, silkindik, saygı duyduk, hala dedik, hala güzel şeyler de var, olmalı... "zeynebim" dedi erkan oğur, "içerim yanıyor , dışarım serin" dedi, biz yanıp yanıp sönmelere kandık, ellerimize baktık, küle bastık, bir şey diyemedik... "pencereden kar geliyor" u istediler, söyleyemedi, "onu söylerken benim ağlamam geliyor, affola" dedi, ağlamamız gitmedi hiç... "bir ömürlük misafir" olasın üstad, bir ömür... "zehir olan kadehine doldur beni doldur beni..." dediğinde sen; bilmek ömrümün zindanı...
5.akşam yüksek sadakat-high fidelity-nin mütevazi soft rock ıyla hafifçe sallandık yerimizde, gülümsedik, adam gibi adamlar rock yapsın hep dedik, "mumdan kanatlı bir adamın güneşe ulaşması kadar anlamlıydı bu dünya, bildik..." ha bi de; "show must go on" yaptılar, ne queenler sevdim aslında hiç yoktular..:)
ve son gece kenan doğulu'ya gitmedik tabi, ama kampüs içinde ikamet ediyor olduğumuzdan mütevellit katlanmak zorunda kaldık, shake it up yavrum sen, yakışır...
öyle ya da böyle bir şenlik daha bitti işte, güzellikler de ihtiva eden ama işte yine de buruk bi yanıyla...
neyse bu kadar şenlik izlenimi yeter, gelelim halet-i ruhiyeye...çocukken ağzını musluğa dayadığın balon gibiyim sanki. şişkinliğim tahammül kapasiteme denk.
tahammülsüzlüğümün neye olduğuna dair en ufak bir fikrim yokken hem de; hayata olur olmaz anlamlar yüklerken en narsist yanımla, zamanda seyr-ü sefer ederken hep aynı ziyanla; bilmek ömrümün zindanı...
ağır aksak içini aşağıya boşaltan bir kumsaati ve yukarıda başını kuma gömmüş bir devekuşu tasviri şimdilerde zihnime düşen, öyle bil sen ey sebep! zerre tesir etmeden gelip geçmede güneş, gün başlayıp bitmede, artık kendime bile inandırıcı gelmeyen benliğimle;
hep aynı oyunun
hep aynı tiradla sonlanan boşluğuna alkışlarla yitip gitmede...
Hakkımda
- Melusiné
- Bir 'mayıs sıkıntısı'nda gelir dünyaya, kıyısı yosun tutmuş bir liman şehrinde büyür, siyah yaşar, siyaha kanar, siyaha çalar günleri.. Edebiyat ve okumak en büyük tutkusudur; Kafka, Nietzsche, Küçük İskender, Umay Umay, aynada silüetini gördüğü ex tanrılarıdır, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Oruç Aruoba, Oğuz Atay, Bilge Karasu, İlhan Berk, İsmet Özel, Rimbaud, Rilke, Bukowski, Roland Barthes, E.M. Cioran, Murathan Mungan, Yılmaz Odabaşı, Özdemir Asaf, Atilla İlhan, Ahmet Telli, Lale Müldür, İnci Aral, Elif Şafak vs..ise yalancı peygamberleri... Gök'yüzüne kezzap atıldığı için yara izi sayar bulutları, güneşeyse yatsıya kadar yanan mum ışığı muamelesi yapar; ay,yalnızca dünyanın uydu'rmasıdır ona göre.. Vaktini en çok okuyarak, müzik dinleyerek, pencereden dışarı bakarken kendini yakalayarak ve hayattan kaçamayarak geçirir. Sık sık kendinin peşine düşer, kalbinin izine, ama çoğunlukla eylül'ün bıraktığı yerdedir. Şimdilik bir müsveddedir aslını arayan, döner durur içine kanar...
dancemetotheendoflove
lüzumsuzsa söndür
Oruç Aruoba
Kala'Balık..
say^aç
günebakan..

insan, zamana karşı durduğunda, isyanları oynadığında ya da sivri ucu kırık bir pergelle 360 derece döndürdüğünde zihnini; fikrini ve zikrini ters düşüren onlarca çembere ait altkümenin etkisiz elemanlarını halı altına süpürmekten geri durmuyor kuşkusuz. olması gereken de bu. çünkü ayağına iliştikçe, gözüne çarptıkça seni rahatsız eden gereksiz şeyleri "yaramazsa at gitsin" dimi. peki.
I wish life had a "delete all spam function" hesaabı.
bir de şu var. ay'ın diğer yüzü. anlıyorsun işte o zaman taşın ne olduğunu, taş taştır. başını yasladığında anlarsın." tamam mı?" diyerek.
ona da peki.
bugünlük bu kadar ders yeter, "çıkışta görüşürüz". yersen.
Butterfly Effect?
Rüzgâr kulağına üfledi ismimizi, tesadüf değildi, basitti. Sen bu yazıyı okurken ya da demin dinlediğin şarkıyla ya da çöp yanındaki kediye selam verirken bile bir seçim yaptın. Kelebek kanatlarını açtı, kapattı. Bir yerlerde bir şeylere sebep oldun. Yalaaan. Değil. Keşke, gerçekten saf emprovize yazılar yazabilsek. di mi, hı?
Mayıs geldi yağmur düştü buhar dündü yook öyle shake it up falan şekerim.
çalar...The Dresden Dolls-Glass Slipper
how many happy endings do you need to change your fucking mind?!...
Benden öncesi ondan sonrası yokmuş çünkü ben değil bahar sarhoş olmuş. Rodos güllerinin yüzünü güneşe dönmesine az kalmış belki de. Uyurken yüzüme esen baharla dönmüş başım, öyle çok gezip; Atlas Okyanusu’nda uçak, Ege’de kayık, Akdeniz’de ada olmayı hayal edecek kadar hem de. Havai fişeklerin arasından paraşütle atlayacak kadar belki de. Uçtum. Finike portakal çiçeği kokarmış bu zamanlarda çünkü bahar sarhoş olmuş, ben değil.
Hiçbirşey umrumda değil benim çünkü öyleymiş gibi yapıyorum çünkü bahar var, mor ve parçalı güneşli her şey. çünkü kuşlar hala var.
Çok, çok zor bi gündü bugün benim için. Savaş boyalarımı sürüp, kendime yeni cepheler kazdığım bir mahşer yeriydi. Keşke hiç doğulmasın, doğulamasın arkadaş! 1-0 başladığın bi hayat veriyorlar sana bir de kırık kanatlar, hadi kazan şimdi öne geç, dimdik dur, uç yorulmadan... neden? tanrı istediği için mi? öyle olması gerektiği için mi? kader mi yazgı mı ne? insan, hep kendine oynayan bir pandomim mi? ya da "vur-kaç" taktiğinin o hep kırçıllı yüzeyinde beyazlara basmadan yürümenin mecburi olduğu sınırdışı hezeyanlara sürülmek zorunda mı? yoruldum. çok.

samuel beckett/mutlu günler


eskişehir-tren-istanbul(köprüyü geçmek-toprağı öpülesi)-otobüs-tekirdağ
home sweet home
memleket kokusu- aile saadeti- anne sıcağı-mercimekli köfte
paslı bir vidanın içeride bir yeri burup geçmesi, sesini kısmadan...
yeter bu kadar.
derman yok.
gerek de...
Eskişehir'de, zamanın hafızasını yitirdiği bir dost evindeyim. nasılım? kötü. yine mi? evet. aslında değilim de... elimde olmayan nedenler yüzünden... iyi de değilim. bana göre bir şey değil zaten iyi olmak, doğama aykırı. neyse. anlatiyim. yine bunu neden yaptığımı hiç bilmeden... güzel başladı önce herşey. bursa-eskişehir karayolu çabucak geçti, anadolu üniversitesi sınırları içersinde alkol ayrıcalığı, güneşin cömert avuçları ama akşam çökünce kuyruk titreten soğuğuyla denge bozumundan sonra öz zen'in şirinötesi evi... yani evet güzel başladı herşey. olması gerektiği gibi. geyik-yemek derken uyku çöktü bünyeye. peki. uyumaya teşebbüs. yani uyuyamadık ve daha bir sürü şey işte... sana her şeyi anlatamam dimi blog?
ertesi gün eksi(-)şehir(renkler kararınca isimler de değişirmiş bak) turu... porsuk-adalar-hera-güneş...

keşke daha farklı olsaydı'nın yara izleri...
"sen güneş kokuyosuun!!" diyen arkadaş günün en güzel sürprizi. bi tek işte, bu şehirde hiç serçe yok. o bi tuhaf. napalım. olduğu kadar.
(uzaklardan edit)sen bir şahinsin ben garip serçe
gün dönücek yarın. gün dönümü. bahar tekrar gelicek.ezgişehir olucek belki burası. ben saçımda çiçeklerle olucam, ki nisanda bahar gelsin bi kar tanesiyle. bir sürü renk giymeye söz verdim, üstelik tam da "dutch vitrini işte, bahar geliyo adamlar renk olarak griyi seçmiş" şikayetimin üstüne.
gün dönse yarın. tam dönse böyle topuküstü 180.bahar gelirken bizim şarkımızı da getirsin.bi de ben etrafta gül goncası ariycam. yoktur ki.çaputaçaputaçaputaçat.çaput. gün dönsün diye. gün çaputu.
anlamaktan da anlatmaktan da vazgeçtim ben.bi anda oldu. elimde kıymalı makarna varken, bi anda, 21. yy teknolojilerini kutsayacak bi şekilde >puf!<>
tam bitti işte derken, daha ne olabilir ki derken, evet işte zurnada delik kalmadı rahatlığına düşeduruyorken,
Bazen değişir dokusu, vurgusu, kurgusu hayatın; içinde yazmakta olduğun kaç(?) kişilik senaryonun kadrajından sıyrılır renkler; siyah-beyaz (ki onlar da renk değil mi) tümcelere bölünür kareler; ve sen öykündüğün o an'a, yalnızca o tek sahneye odaklanırsın. nedir o an? türbülansı olmayan bir odada sigarayı tutuşu belki birinin, çok alakasız bi' yerde söylediği bi' söz, gözünü iliştirdiği küllük, ya da elini başına götürürken yüzünün takındığı ifade... yetmez; içine kazıdığın yüzler tek bir silüete dönüşür yavaşça; ve o karenin aldığı şekiller geometrisi olmayan bir konveks dörtgene dönüşür; dairenin kapsadığı taralı y'alanla kesişir ve tanımsız düzlemlerde çakışır bütün kareler üstüste; yetişemezsin. susmanın coğrafyasında yeşiller de vardır hani; özlemenin haritasında açık ve koyu tonlara bürünen, yükseltisi arttıkça... ya da iki meridyen arası uzaklığın bir geceye eşit olduğu kıtalar... okyanus diplerinde med-cezir bakışlı balıklar ya da, albatros kuşlarının kendine yem aradığı takımadalar... hepsi ama hepsi sefildir işte artık, sadece o kareye ödünç verdiğin için içindeki ütopyayı...
Hani zamanın kendine dur diyemediğini hissettiğin o cılız sesler vardır; kulağına çalınır, çalınır ve sen artık...
"Bir intikam gibi saldırınca üstüne, yüzüne şarkılar çarpar, yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın. sen artık buralarda duramazsın."
Kapı eşiklerinde bekleyen sızının kimyasını çözemezsin hiç; anahtar deliğinden bakmaya bile ürkersin ama o sızı; hep ordadır işte, heterojen bir çözelti halinde pıhtılaşmayı bekler. Her yerinde farklı dağılımlar gösterir kalbinin ama kalbin hala sol anahtarı şeklinde bekliyordur orda; yeni notalara güftelenmeyi. Ama hiç bilmezsin, duş altında ağlamaya teşebbüs ettiğin anda küvet deliğinden döne döne süzülüp gideceğini.. "notaları kurşunlanmış bir şarkıdır" artık yalnızlık ve o çözemediğin düğümlerin en kör noktasından kırılır hüzün, en küçük yapıtaşların bile reaksiyon vermez artık, susarsın;
"Artık sazın bağrı mı olur, kimsenin bilmediği bir ağrı mı, gider kendine gömülürsün. Yoksa bu şehir, bu sokaklar seni alır kullanır, seni alır kullanır. santim-santim çürürsün."
Akrep ve yelkovanın kendiyle aynada cebelleştiği sus zamanlar işte, pus talanlar... yaşamın geceyle vuruştuğu mikro(p)evrenin genetiğinde çift dizilimli rüyalar... hepsi bir kenara; sen tüm bu farkındalığın yakasına iliştirdiğin o sessiz harflerin kuy(t)usunda hiç bir sese -artık- hesap sormadan, boğazındaki düğümü çözmeye çalışırsın; hiç bir köprüye gerek duymadan...
"Bazen bir uçurum kalır, bazen de martıların ardından velvele koparan bir leş kalır, bir intihar gibi puşt olunca sevdalar. Sırtını duvara yaslar, sırtını ağaca yaslar, susarsın; sen artık hiçbir sözü kaldıramazsın..."
susarsın, damla damla azalarak...
ve susmanın adı 1. tekil bir paragrafa dönüşür;
taramalı saat seslerinden bir sonat besteliyorum. eşlik et bana pencere kenarından. başının düştüğü yerlere es koyarım. sen bana bakma, ben bazen çok es koyarım. senin fısıltıya dönen sesinden başka söz istemem. tam şimdi kilometre kilometre atlıyorsun portelerimden.. elimde kalan tüm notalar kısa kesik yol çizgileri. es. es. es. bunlardan beste yapılır mı? ben yaparım. tüm enstrümanlara sustururum o es’leri. en çok da bir viyolonsele sustururum. insan sesine en yakın ses onunsa, insan sessizliğine en yakın “sus” da ona ait olsa gerek. bende şimdi bir gam. adı da la minör. balkona astım nemli gözleri kurusun diye. kurusun, uyusun da büyüsün diye. ninniler bile söyledim. kandıramadım. bende şimdi bir gam...
kaçmak var şimdi. o lacivert ülkeye...
çalar...gurbete kaçacağım-yeni türkü...
neyim ben?
beni beden olarak biçimlendiren kendi hacmim mi? yoksa dışımdaki hacimlerin bıraktıkları boşluk kadar mıyım??
ne o bitmez tükenmez özgüvenin soru işaretlerine mi takıldı yine? hangi zarlarla çevrili o kendine düşeş inancın? neyse boşver şimdi bunları. sezmesin kimse ruh inceliğini, gerçekte kırılıp dökülür olduğunu, kabuğunu ne kadar kalınlaştırmış olursan ol, zedelenmeyecek kadar sertleştirememiş olduğunu... nereye kadar kaçacaksın kendinden, hayattan, herşeyden... bu köşeye sıkışmışlıkta -hala- kaçabildiğini sanarak hem de... bu boşluklar, bu uçurum kenarları, bu okyanus dipleri, bu yangın yerleri seni daha ne kadar b'arındıracak içinde..?
ne olacak bundan sonra? buradan nereye gidebilirim? yürünecek bir yolum var mı?
DÜNYA BU KADAR MI..?!!
Çalar...portishead-mysterons...did you really want..???
...kıstas almayacak büyüdüğün şehir seni. dışardan kulağına çalınan seslere bir anlam veremeyeceksin. bahçedeki tırtılların kelebek olmaktan vazgeçtiği siya'nür bir gecede ellerine bulaşacak kofluğun zehri. kendini tutsak ettiğin, umut sandığın renkler göğe karışacak bir bir ve bahar; alacaklı gibi üzerine yağmur diye yağdığında, şemsiyeni kendine en yakın sığ'ınak edeceksin. geçmiş ve gelecek üzerine harlı kalp çarpıntıları bırakmak yerine, gelmiş ve gidecek olanın yakınında bir kanaviçeye iğreti ölüm hakkını teslim etmek daha doğru, daha dokunaklı! işte bunu bildiğin için en çok, buna inandığın için; "ömür ölümün önsözü" olacak ve sana kalan herşey biraz eksik olacak, biraz yarım. bunu ayrımsadığın için işte!..
ama yine de;
" ağlamayacaksın.
ağlamak, iki kirpik arasına kurşun sıkmak gibidir!
uzun uzun yürümektir ağlamak;
ağlamak; eğer okuma-yazma'n yoksa sahicidir!"(k.isk)
bunu da anlayacaksın sonra bir sabah; aynaların kendini mat ettiği bir yerde elinde ikinci el bir gazete küpürüyle öldürmeye çalıştığın sinek kanadı olacak hüznün, aynadan kazımaya çalıştıkça kirleteceksin kendini. heyhat! o sen değilsin ki! ayna o... sonra boğazına sarılan soru işaretlerinin, g'üç noktaların arasından bir sükut-u hayal yaratacaksın kendine; hiç bir zaman senin olmamış ,olamayacak bir renge bağlı zincirin, suça yazgılı halkaları olacaksınız. ki zaten uzaklığı yetecek sana onun, çünkü içinde yaşayacak sadece, hiç bir zaman gerçek olmayacak.
"Eğer gerçek olsaydın, nefessiz kalabilirdim, senin nefesini içime çekerken boğulmayı isteyebilirdim. Kokunu duyamayacak, kalp atışların kulağımda olmayacak kadar uzakta, ama geleceğini bildiğim kadar dibimde olsaydın eğer,’seni özledim’ cümlesini kurmanı istediğim kadar çok sabrederdim ve beklerdim gelmen için. Bilmem kaç gün geçecek, uyanacağız, uyuyacağız sonra sabah olmuş olacak ve işte o gün sarılacağız. O zaman huzurla değecek kirpiklerim birbirine, başımı göğsüne yaslarken. Bir önceki cümlenin gerçek olmasını istediğim kadar. Beklerdim. Öldüğünü senden duyma ihtimalinin gerçek olduğuna inanmak istemediğim kadar çok sabrederdim. Eğer sen gerçek olsaydın."
diye tümceler, paragraflar geçecek belki bi' an aklından, kalbine nazır içine vuran şarkılar düşündürecek belki sana bunu. boşvereceksin. her zaman yaptığın gibi. "belki böylesi daha güzel", gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu"(özdemir asaf)" ya da ne bileyim; "iki rayı gibiyiz bir tren yolunun(s.a)..." vs. mısralar üşüşecek zihnine...
(avcumda ne çok soru var seninle paylaşamadığım.çift sarılı yumurta. ne zaman böyle bir yumurta kırsam: sen ve ben. çift çetrefil. beraberimizdeki birikimle birlikte köpürüyoruz.)
sonra biri artık kendine hakim olma sınırlarını aşıp, kendine sanık olma konumuna geçecek.
ecza yok.
eza yok.
ceza, hep...
ve sen bunu bildiğin için işte en çok, kendine yalanlar söyleyeceksin satır aralarında, ayışığına ödünç verip güneşi, kendine yeni kuytular arayacaksın...
Cumartesi
sabah 7.30: uyku. zehir uykulardan. 4.00: uyanış. en geç kalmışlardan. kaypak bi merhaba güne.
nette bir oraya bir buraya gezinmek. yetişememek hiçbirine. aramak. bulmayı istemeden. çok şey öğrenmek istemek ama süzgeç zamanlara yenilmek. hayattan kesitler mesela. insanlar. gazetelere bakınmak. 33 ölü. hepsi ilkokul öğrencisi. ziyan olmak. 33 bahar yaşta güz ... ağlamaya teşebbüs. sonra hayvanlar.
* düşünsene gerçekten kapı çalıyo bi açıyosun karşında timsah var.meraba diyo falan.
-kızım meraba demez ki. sesi kalındır kesin onun.mörhağbaa marhağba falan der.
*anladım
olay Florida'da gerçekleşiyor.yemek yiyen çift evlerinin yanındaki gölde timsahı görür görmez sofrayı toplayıp evin içersine geçiyor.sonra etin kokusuna dayanamayan timsah kapıya dayanıyor.ve bunu gören karşı komşu olayı görüntülüyor.Bizzat Geo dergisinden... öehh...
ıssızlık. duman. kampüste ölüm sessizliği. gece tek başına çıkılan yürüyüş. köpekler. korkulardan arınmış olmayı istemek. ama yürümek yine de. adımları hızlandırmak. yurda dönüş.
Cumartesi gece
sonra bir telefon sesi. dünyanın en güzel insanlarından biri. arada bi' beni uyuz eden ama en güzellerden biri olduğu gerçeği değişmeyen biri. mavi biri. sessizlikten beni çekip çıkaran biri. maviyi laciverte dönüştüren biri. ıssızlığı gürültüye dönüştüren biri. gözgürültüsüne... gülümsemeye... gidilemeyen cem adrian konseri. odam kireç tutmuyor. (bkz: en üstteki video)sonra high out! yüksek volume. votka red bull. kendini başkalarının uzuvlarında arayan insan kırıntıları. iki ters bir yüz yaşamlar. nereye baktıkları, ne oldukları, ne olmak istedikleri kendilerine kalamamış insanlar. yarım kalmışlıklarının acısını fondipten çıkaran zihn-i et. boşvermek sonra. -midem bulanıyor galiba dünya tuttu- temalı renkler etrafta. no never again!...
gece sonra. çok gece. gepgece. anlatılanlar; trajik korkular, birebir yaşanan, elle tutulacak kadar yakın ölümler, ağlamaklar, bu kadar basit işte'ler bugün varsın yarın yoksun'lar, bu gerçeği bi' türlü kabullenememek. boşvermek sonra. hayat insanın ölüme karşı en büyük önyargısı değil mi?...
Cumartesi sabaha karşı
gitmek, yollarda hiç susmayan bir ses, birbirine karışan iki ses, iç sesler, çapraz, türdeş, homojen sesler. çorba sonra sabaha karşı. sadece onun askerlik anılarını dinlerken hiç sıkılmamak. çünkü mavi o. balık olmak lazım onun yanında. boğulmak ne mümkün...herkesin hayatında en az bir kez düşlediği bir ev. sadece hobi evi değil, yaşanası. masal değil, rüya değil, capcanlı. ne alfred hitchcock filmlerindeki kadar ürkünç, ne de mr&mrs brown evleri kadar sahte bir dekor. küçük. soğuk. ama sonra bi anda koskocaman. sımsıcak.
sonra... sonra bir de uzaktan bakılan bir ev. eski. ateşe verilmiş. yangında ilk kurtarılacaklar kül olmuş. ama artık içini sızlatmayan sadece arada bi yokladığında bir yangının külünü artık hiç bir zaman yeniden yakıp geçemeyecek anılar... yine boşvermek...
Pazar sabah.
çok sabah. kelebeklerin sokaklara döküldüğü alabahar günlerinden biri. uğur böcekleri. terlik pabuçla kandırılmış çocukluk düşleri. kahvaltı. annenin yaptığını özleten börek. sımsıcak çay sonra. sohbet. bütün özlemleri unutturan.
Uyku sonra yine. Ama bu kez öyle sancılı değil. Huzur... öğleden sonra uyanmak.
Ve ertesi günkü ekonometrik analiz sınavı. regresyonlar, çok değişkenli modeller...iyi de bananeler. ders çalışmak zorunluluğu. başlamak artık.
Başını alıp, dilini çıkarırken, zamanın seni üzmesine aldırış etmiyor rolü kesip bir yandan nanik yapmak. Hani şarkının kendini uçurduğu, zillerin kırıldığı yerde.Değil ki bu yorulmak. Bu hareket etmeden, ayakta durmaktan sıkılmak belli ki.
yüklemsiz tümceler. öznesiz cümleler. gizli özneler... renklere kanmak.
geri sayım. 3 2 1 ...0'ı es geçmek, eksilere düşmek direk.
kendine iyi bak gözleri bu satırlarda gezinen. peçeteden şey yap. gemi.
karpuz kabuğundan da olur ama yaza var daha...
1.çoğul şahsa sığamadık ki "biz" hiç seninle, t'uzaklarda bir cümleye özne olabilelim. yas'aklarda... kesme işaretinin en l'al olduğu yerde susarım sana ben, sen bana bakma.
"imtina etmek fiilini unutmak istemiyorum; temenni kelimesi ne kadar uzakta ve kullanım dışı. Yaralıyım ve sendeyim. 'gölgene zarf atıyorum sadece', 'olsan da olur', 'tekrar edilemeyecek kadar yabancısın'; 'ben buradaki ateşi oradaki buz için yaktım', 'fuzuliyim dudaklarına' ,'istikrar sayılabilir varlığındaki cehennemim'...
zemheri gibi çökmüştüm kalbine. oysa sen, bensizliğine bile protokol uygulayan bir gard'dın; teşekkülümüzdeki imdat çağrısıyla biçimlendi Joyce, teşekkülümüzdeki fren imalatıyla kurcalandı ciks! bunu tanımlamak zorunda kalışının labirentinde mana nereye neyi zımbaladı öyle fütursuz?!
Böyle muayyen?...
(küçük iskender-harakiri çocukları)
"Bir tek şimdiyi istediğinde senin olacağım. Bir tek şimdiyi istediğinde, hep senin olacağım. Şİmdi aldığım nefesin son nefesim olabileceğini gördüğünde, son nefesime kadar seninle olacağım. Giderayak olduğumu, giderayak olduğumuzu görünce gitmez olacağım. Ne yılan ne tavus ne de elmaydı günah olan. Hesaptı. Yarındı günah olan. Hesap günü, bir tek hesaptan soracaklar. Hesap günü, bir tek hesaplarımız hesaba çekilecek. Biliyor musun şeytan "yarın" da yaşar? Tıpkı senin gibi. Senin elmanı ısırırsam şeytanı gebe bırakacağım. Kabil'i doğuracaksın. Hırsı ve hasedi doğuracaksın. Ki onlar da geleceğin çocukları..."
Cem MUMCU